Mayıs ayının sonlarına doğru bu mevsimde, Ege'nin bu şirin beldesinde daha şimdiden yaz gelmiş gibiydi. Havalar iyice ısınmış, pansiyon sahipleri yeni sezon hazırlıkları için tatlı bir telâş içinde, evlerinin son eksiklerini tamamlama çabasında, evlerini illâ ki buraya özgü beyaz badana ile yapmaya gayret ediyorlardı. Konuşmasının tam bu sırasında, "İşte mirim, bu yörenin insanlarının, bu karınca kıvamındaki çalışkanlığını, güleryüzünü, misafirperverliğini, canayakınlığını seviyorum." diyerek değiştirdi sözlerini Bir Numara. Çünkü kapı iki defa vurulduktan sonra, kuşburnu çayları getiren hizmetçi içeriye girmişti. Orta yaşlı, beyaz tenli bu narin yapılı kadın, iyi bir eğitim aldığı belli olacak şekilde çayları ince kristal bardaklara ustaca doldurdu. Önce misafire, sonra da ev sahibine verip geri geri kapıya kadar giderek, hafif bir baş selâmıyla dışarı çıktı.
"Efendim, bu malum Susurluk Kazası'nın üzerinden bu kadar az bir süre geçtikten hemen sonra gazeteciyi uçurmamız, basının çok fazla üzerimize gelmesine yol açtı diyorum, ben. Acaba siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?" diye sordu İki Numara, sonra da cevabı beklemeden, "Boş ver, böylesi daha iyi. Ne güzel. Ayda bir gündem değiştiriyoruz. Köşelerine ne yazacaklarını şaşırsınlar. Devamlı Güneydoğu meselesini kaşıyıp duruyorlardı. Bak şimdi, kendi dertlerine düştüler." diye söylendi kendi kendine konuşur şekilde.
Artık Ege güneşi denizin üzerinde ufukta iyice alçalmış, tatlı bir meltem denize doğru açılan balkon kapısından içeri girerek, yaşlı fakat görünüşü dinç bu ihtiyarı, hafif hafif ürpertiyordu. "Aferin, bizim koçlara selâm söyleyin, kısa aralıklarla üst üste çok iyi iki iş çıkardılar. Hepsinin tek tek gözlerinden öpüyorum. Biz bilmiyor muyduk sanki o PKK piçinin Türkiye'den geçerek Avrupa'ya kaçacağını ha! Onun da sırası gelecek, ama şimdi değil. O Ege kıyılarına ulaşacak, tekneye binip Yunanistan'a kaçacak da biz duymayacağız, vay vay vaay!" derken, Bir Numara'nın gözleri çakmak çakmaktı. MİT'in ve polisin içindeki köstebeklerinin bu durumu son anda öğrenip ona 'çok gizli' bilgi olarak geçtiğinde telâştan ne yapacağını şaşırmış, bir de Amerika'dan ültimatom şeklinde sert bir telefon gelince, canı fena halde sıkılmıştı. Ama lider böyle zamanda belli olurdu. Çabucak toparlanıp, İstanbul Fethiye arasındaki güzergâhta organize olup, iki gün çalışarak bu kusursuz plânı yapmışlardı hep beraber. Operasyonun can alıcı noktası ise tam teçhizat hazırlanmış iki araçlık bu ölüm timini kandırıp geri dönmeye ikna etmek ayrı bir başarıydı. Sadece ikisinin başarısıydı bu. Tabi ki bir de kendini bu davaya adamış, gözünü hırs bürümüş, ölüm makinesi Sırtlan'ın.
Bir Numara şimdi ayağa kalkmış, sanki karşısında biri varmış gibi, balkonun açık kapısına doğru öfkesini kusuyordu. "Ulan, kendinizi istihbaratçı sanıyorsunuz ama ben sizin, devletin koruduğu sözüm ona o mafya dediğiniz kişiyle, Yalova'da dağdaki balık lokantasında rakı masasında tıkınırken, ne konuştuğunuzu bile biliyorum. İstihbarat elinizde diye bizimle bilgi paylaşmayın, ondan sonra da kendi kendinize kahraman olmaya kalkışın. Yok öyle şey! Kimse bizden habersiz kahramanlığa soyunmasın. Bu güzel ülkenin kaderini ancak bizler belirleriz. Daha Güneydoğuda yapacak pek çok işimiz var. Müttefiklerimize söz verdik, işimiz henüz bitmedi. Netekim işin özü şudur ki suyu bulandıran karşısında bizi bulur." dedikten sonra sakinleşmiş gözüküyordu. Bir müddet sustu ve balkonun yarı açık kapısından görünen şövalenin üzerinde yarım kalmış 'Nü' tabloyu görünce, canı sıkıldı. Başlayalı epey olmuştu ama iş güçten ona sıra gelmiyordu ki. "Neyse, bu aralar bizim aslanlar ortada görünmesinler. Haa... O küçük kız işini sonuçlandırın artık, pürüz istemiyorum." diye sözlerini bitirince, "Emredersiniz efendim!" diyerek, yaşından beklenmeyen çevik bir hareketle, aniden ayağa kalktı İki Numara.
"Ne o, zengin kalkışı yaptın, gidiyor musun yoksa?"
"Eh... Müsaadenizle ben kaçayım artık."
"Tamam tamam... Anladım. Uçağa binmeye korktuğundan, araba ile gideceksin yine."
"Efendim ne bileyim, hatırlarsınız o uçak kazasından sonra böyle oldum ben, bağışlayın."
"Hadi yolun açık olsun. Aman dikkatli gidin, bu kadar olayın üstüne bir trafik kazası daha çekilmez artık. Hah ha haa!"
'Allah mı söyletiyor bu adamı nedir bilmem. İnsan arabaya da binmeye korkacak artık' diye aklından geçirerek, espriye zoraki bir gülümseme ile cevap veren İki Numara, "Hoşçakalın efendim." deyip aceleyle vestiyerden açık renkli yazlık ceketini koluna aldı. Giymeden, aşağı kata inen tahta merdivenlere yöneldi. Bu yolculuğu bunun için hiç sevmiyordu. Dikkat çekmemek için güzelim siyah mercedesini Ankara'da bırakmış, bu kadar uzun yolu konforsuz, alelâde bir araba ile gelmişti. Aynı yolu tekrar geri gidecekti çaresiz.
Şoförü kapısını açmaya koşmuş, fakat canı sıkıldığından hırsla onu eliyle itince, zorlu bir yolculuk yapacakları daha şimdiden belli olmuştu. "Sallanma de bas gaza. Beyimiz deniz kenarında sefa sürsün, biz de Ankara'nın boktan bürokrasi işleriyle uğraşalım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
General FictionBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...