Türk polisi yakalar

1 0 0
                                    

     Çalar saatin zili acı acı çalarken, tatlı uykusundan uyanan Metin, saatin tepesine hırsla vurarak susturdu. "Şunu sabahın körüne kurmasan olmayacak sanki. Duyan da vardiyalı işi var sanacak." deyince, üzerinden nevresimi sıyıran Şebnem sıcacık gülümsedi. "Hadi hadi, söylenme de kaldır bakayım o koca kıçını, sabah sporuna geç kalmayalım." deyince, sızlanmanın bir yarar sağlamayacağını bilen Metin, istemeye istemeye nevresimi üzerinden atıp, kalkıp banyoya yollandı. Çünkü bu inatçı keçi ne yapıp edip, hava kış bile olsa onu zorla koşuya çıkarıyordu. Ama sanki iyi de olmuştu, o sıska Metin gitmiş, daha gösterişli, kas yapmış genç bir adam görünümüne girmişti. Öbür odadan giyinmekte olan Şebnem sesleniyordu. "Metin, hadi canım çabuk ol ama. Sabah güneşini kaçırmayalım. Güneş yükselip de hava ısınmaya başladı mı yaptığımız sporun bir anlamı kalmaz sonra."
     Metin dişini fırçalarken, aynanın karşısında ağzını burnunu yamultarak, Şebnem'in konuşmasını taklit ediyordu. "Tabii, güneşin çok umurunda ya! Metin'le Şebnem bu sabah geç kaldı diye üzülür sonra. Mıy, mıy, mıy." Kapının aralığından başını uzattı Şebnem. "Anlayamıyorum, ne geveliyorsun ağzında?"
     "Yok bir şey demedim bir tanem. Ben de hazırım, geliyorum diyorum."
     Pamuklu kumaştan bir örnek eşofmanlarını giymiş halde, sitenin sık ağaçlıklı parkurunda, dar patika yollarda hafif tempo ile koşan Metin'le Şebnem, onlar gibi sabah sporuna çıkmış olan site komşuları ile karşılaştıklarında, selâmlaşıp koşularına devam ediyorlardı. Yarım saatlik hafif bir koşudan sonra, kayaların arasından akan küçük bir şelale görünümü verilmiş suyun çıkardığı hoş nağmeler eşliğinde, dinlenmek için yapay kayaların üstüne biraz oturdular. "Metin ne diyorum biliyor musun, üzerinden neredeyse bir sene geçti, köye gidemedik. Kışa da az kaldı şunun şurasında. Diyorum ki bir ilgilensek de oraya şöyle zevkimize göre küçük bir kulübe konduruversek. Arada sırada kaçıp kafamızı dinleriz, ne dersin?"
     "Ne mi derim, Allah derim! Kulübe değil, sana oraya saray kondururum bir tanem, yeter ki sen iste!"
     "Aman aman. Sarayın kusur kalsın. Ben çok şirin, sadece ikimize göre, mini minnacık bir şey istiyorum."
     Metin hemen ayağa kalkıp, Şebnem'in burnunun ucuna bir fiske vurdu, "İyi o zaman, hemen kalkalım," dedi neşeyle. "Terim kurumaya başladı. Bak hastalanıp ölürsem, şirin kulübende yalnız oturmak zorunda kalırsın, karışmam sonra ona göre ha!" Metin önde Şebnem arkada, şakalaşarak eve doğru hızlı tempolu bir koşuya başlamışlardı. Ee, kovalayan Şebnem olduğundan, Metin tazı gibi kaçıyordu önde. Çünkü Şebnem'in damarına basıldı mı hıncını alana kadar kovalardı. Neyse ki parktan çıkmışlar, evlerine yaklaştıklarından yavaşlamıştı Şebnem. Bu defalık paçayı yırtmıştı.

     Bir saat içinde hazırlanıp yola koyulmuşlardı. Günlerden hafta arası olduğundan trafik alabildiğine rahattı. Otobandan çıkıp feribota varmışlar, sıra falan beklemediklerinden hemen karşıya geçip, Bursa'ya doğru yollanmışlardı. Metin direksiyonda otururken hafif yan dönüp kendine bir hava vererek, "Arabayı satıp bu cipi aldığımız iyi oldu değil mi Şebnem?" dedi hevesle.
     "Tabii, trafik polislerinden tırstın yine zincir falan sorarlar diye değil mi?"
     "Yok devenin nalı! Daha neler? Bu ağustos sıcağında."
     Bundan sonra sık sık, yaz kış köye gideriz diyerekten, Metin'le Şebnem dört çeker siyah bir cip almışlardı. Zengin bir sitede oturduklarından, bu araba daha bir havalı duruyordu. Maaşallah gaza bastın mı zorlu rampaları uçarcasına çıkıyor, otomobilleri sanki duruyormuşçasına geçiyorlardı.
     "Metin ne olur yavaş kullan şu arabayı. Yoksa ben alacağım direksiyonu." deyince, Metin otuz iki dişini gösterircesine sırıttı. "Sıkıysa al, yolun üzerindeki ilk polise gidip, ehliyetinin sahte olduğunu söylerim."
     Şebnem şakadan çimdikledi onun bacağını. "Sen bugün iyice kaşınıyorsun gibime geliyor. Hadi bakalım başımıza gelecek var herhalde, hayırlısı."
     Şimdi Bursa'ya iyice yaklaşmışlar, girişteki fabrikalara doğru hızla yol alırken, Uludağ'ın eteklerine antika bir gerdanlık gibi dizilen güzel Bursa'nın muhteşem görüntüsü belirmişti. Burası İstanbul'a benzemiyordu. Ne kadar modern şehir görünümünde de olsa, henüz İstanbul gibi gökdelenleri yoktu. Aman olmasın... Yoksa bu güzelim yeşillikler kaybolup giderdi.
     Ama o da ne? Bütün araçlar buraya gelince hızlarını aniden düşürdüklerinden, Metin yıldırım gibi hepsini birden sollayıp geçince, ileride yolun trafik hunileriyle daraltılmış olduğunu gördüler. Metin'de bet beniz atmıştı. "Şimdi sıçtık işte! Kesin radara girdim." diye inleyince, Şebnem zevkten dört köşeydi.
     "Ohh! Canıma değsin. İstesem olmazdı, çek bakalım cezanı."
     Bak bak bak... Nasıl keyiflenmişti Şebnem Hanım. Sormadan edemedi Metin. "Sen kimden yanasın bakalım küçük hanım?" Onlar tam birbirleriyle dalaşırken, sarı fosforlu polis yeleğini giymiş, sahte Ray Ban güneş gözlüklerinin arkasından havalı havalı bakan genç bir trafik polisi, aracın Metin'den tarafa olan yanına yaklaşıp, fiyakalı bir selâm verdikten sonra, "İyi günler beyefendi, şu anda şehirlerarası yolda hız sınırı olan doksan kilometreyi aştınız. Hatta aşmakla kalmayıp, adeta uçtunuz." deyince, Metin şaşırmıştı. Ne diyordu bu artist polis... "Nasıl yani?"
     "Tam tamına yüz seksen iki kilometre! Cezanızı peşin mi ödersiniz, yoksa ödemeli mi yazalım?"
     Polisin idare edecek gibi bir tavrı yoktu. Metin'den ses soluk çıkmayınca, boynuna yan olarak astığı çantasından çıkardığı makbuzları cipin kaputu üzerine koyup, 'hangisini tercih ediyorsun' der gibisinden beklemeye başladı. Metin ise, her Türk şoförünün yaptığı gibi, yalvarma moduna girmişti.
     "Abi ne olur idare et. Vallahi farkına varmamışım."
     Genç polis oralı değildi. "Anlaşıldı, peşin ödemeyeceksin herhalde, ihbarname yazıyorum." dediğinde Şebnem müdahale etmek ihtiyacını hissetti, "Şey, memur bey. Lütfen peşin yazın," dedi kibarca. "Bir de onu yatırmak için orada burada uğraşmayalım." Şapkasının ucuna elini götürerek, selâmladı Şebnem'i polis. "Teşekkür ederim hanımefendi. Mademki itiraz etmeyip anlayışlı davrandınız, ben de size radarın bir alt sınırı olan cezayı yazıyorum."
     Polisin uzatmış olduğu makbuzu sessizce torpido gözüne koyan Metin'in ağzından yarım yamalak bir 'teşekkür' çıktıktan sonra, tekrar Bursa'ya doğru devam ettiler.
     "Bugüne hiç de iyi başlamadık Şebnem, haberin olsun."
     "Tabii, sen bas gaza. Ondan sonra kabahat bugünün olsun, oh ne âlâ! Bu sana birkaç ay, iyi bir fren olur."
     Metin, Şebnem'in söylediklerine cevap vermedi, cezayı hak ettiğini o da farkettiğinden sus pus olmuş, gözü yolda, sağdan sağdan gidiyordu şimdi. Şebnem sıkıntılı havayı dağıtmak için güzel bir parça seçip, müziğin sesini sonuna kadar açtı. "Boşver, takma kafana," dedi güneş gibi gülümseyerek. "Hep söylerim, bu gibi şeyleri kazandıklarımızın bir nafakası olarak gör. İçin rahat etsin, sıkma tatlı canını bir tanem."
     Metin, içtenlikle gülümsedi. Bu kızı yoluna Allah çıkarmıştı. Bunca badireler atlatmış, ama hayat onu yoğurmuş, bir başka olgunlaştırmıştı sanki. Olaylar karşısında paniklemiyor, dahası ona bile moral kaynağı oluyordu. Şimdi Bursa'ya girmişler, yola devam ederlerken birden heyecanlanan Şebnem, sol taraftaki panoyu göstererek, "Bir tanem, şuraya bak!" dedi heyecanla. "Yapı fuarı varmış. Ev yapmayı düşünüyorduk ya, bir gidip bakalım da fikrimiz olsun."
     "Prefabrik mi olacak?"
     Şebnem onu duymuyordu bile. Metin de ısrar etmedi zaten. "Tamam güzelim, döndüm bile."
     Metin aracını sol şeride alarak, Bursa'nın en yüksek yapısı olan 'Buttim' binasına dönmek için kırmızı ışıkta bekledi, uygun bir anda karşıya geçerek fuarın yolunu tuttu.

Şimdi fuarı gezen Şebnem'le Metin, içlerinden 'iyi ki buraya gelmişiz' diye geçiriyorlardı. Çünkü hiç zahmetsiz, uzun süre beklemeden ve birçok seçenek sunulan ev tipleri, bazen maket, bazen resim, bazen video olarak karşılarındaydı. Ayrıca, 'on beş günde evi teslim ederiz' demeleri, Şebnem'in çok hoşuna gitmişti. Bu köyü Şebnem çok istediğinden, Metin evin şeklini seçme konusunda hiç karışmayacaktı. Onun iyi bir seçim yapacağından emindi. Orada bir saatten fazla gezdikten sonra, tek katlı, önünde geniş bir verandası olan, salonun yerden tavana kadar olan camlarının verandaya açıldığı, dışarıda bir şöminesi bulunan, iki oda bir salon, geniş, ferah, çok güzel bir prefabrik ev beğenmişti Şebnem. Tecrübeli firma sahipleri, onların evi köyde bir tarlaya kurduracağını öğrenince, etrafına çit duvar yapılması gerektiğini de söyleyip, hepsinin toptan pazarlığını yaptılar.
     Metin hemen Buttim'e gidip bankadan bir miktar nakit çektikten sonra ev parasının yarısını peşin olarak verdi. Paranın yarısını da ev teslimatından sonra vereceğini söyleyip, tam da İstanbul'a geri dönmeye niyetlendikleri sırada, firma sahiplerinin yarın hemen malzemeleri götürüp evi kurmaya başlayacaklarını söylemeleri üzerine karar değiştirip, yarın tekrar buluşmak üzere sözleşip oradan ayrıldılar.

ADIM SARI AÇIK SARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin