Sırtlan, biraz önce aldığı habere bir türlü inanamıyordu. Biraz dinlensinler, hem de gözlerden ırak olur düşüncesi ile Elazığ'a gönderdiği Çilli ve ekibi ondan habersiz, kafasına göre bir iş bitirmişti. Üstelik bu olayın üzerinden üç gün geçmişti ve o şimdi duyuyordu. Hem de kimden? İki Numara'dan. Böyle bir rezalet, görülmüş şey değildi. Bütün şanı, şöhreti iki paralık olmuştu.
İki Numara, "Ooo Sırtlan, bizden habersiz iş bitirmeye devam ediyorsun ha!" deyince, sanki başından aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Önce şaşalamış, "Hangi iş, ne işi efendim?" deyince İki Numara'nın, "Bırak rol kesmeyi, ne işi olacak, Malatya'da adamları misyoner deyip, tavuk gibi kesmişsiniz." dediğinde, otoritesi adamlarının yanında ayaklar altına alınmasın diye olayı ister istemez kabullenerek, "Efendim, oradaki gelişmeler ani oldu, aslında size bildirecektik." dese de İki Numara öfkeden deliye dönmüştü. Tilki Selim işinden sonra yine ondan habersiz yapılan bu olayı Bir Numara'ya nasıl anlatacaklarını konuşmak için, onu acil yanına çağırmıştı. Sırtlan geçen akşam olanları televizyondan seyrettiğinde, bu olayı basit bir cinayet diye düşünmüştü. İşin içinde adamı Çilli olacağını ne bilsin.
Sinirden köpürmüş bir şekilde, aşağıya doğru bağırdı. "Celal! Hangi cehennemdesin, çabuk buraya gel!"
Celal, aşağıda salonda şoför ve koruma ile birlikte otururken, üst kattan gelen bu sesin tonundan, hiç de hayra âlâmet şeylerin onu beklemediğini tahmin ediyordu. "Hemen geldim abi." diyerek merdivenleri üçer beşer yıldırım gibi çıkıp yanına vardığında, onun gözlerinin çakmak çakmak olduğunu, dudaklarının hırstan titrediğini görünce, işlerin tahmininden kötü olduğunu düşünmeden edemedi.
Sırtlan, ses tonunu yapmacık bir şekilde yumuşatmaya çalışsa da konuşurken hırsından titremesine bir türlü mâni olamıyordu. "Celal, bak... Biz bu orospu çocuğu Çilli ve beraberindeki üç kişiyi Elazığ'a niye gönderdik ha? Bizleri arkadan vursunlar diye mi? Söylesene!"
Ooo! Yine vahim bir durum vardı ortada. "Abi, ne yapmışlar ki? Vallahi benim haberim yok."
Sırtlan, önündeki masanın yanında bulunan sandalyeyi kapıp, aniden karşıdaki cama savurması bir olmuştu. Büyük bir şangırtı ile parçalanan camdan aşağı uçan sandalye ön kapıya düştü. Yukarıda tehlikeli birşeyler olabileceği düşüncesiyle, koruma ve şoför hızla merdivenleri çıkıp, birden salonun eşiğinde belirmişti. Sırtlan, onların heyecanla koşup yukarı geldiğini görünce, iyice zıvanadan çıkıp belindeki silâhı çıkardı, merdiven boşluğuna doğru peşpeşe saydırıyor, "Ulan başımın belâları sizi bana sayıyla mı verdiler lan!" diyordu. Sırtlan'ın elini beline attığını gören koruma ve şoför, onun huyunu bildiklerinden, daha ateşe başlamadan, aşağı kata düşercesine ulaşmışlardı bile. Celal de fırtınanın geçmesini, kendini attığı bir koltuğun arkasında bekledi ve neden sonra çıkarak çekinir bir vaziyette ortaya çıktı.
Sakince çağırdı onu Sırtlan. "Gel Celal," dedi silâhını belinin arka çukuruna yerleştirirken. "Malatya'daki olayı bitirenler, bizim Çilli ile takımıymış da bizim haberimiz yok!" dediğinde, Celal uslu çocuklar gibi önüne bakıyordu. "Abi ben sana diyecektim ama kızarsın diye söylemedim."
"Neyi, bu cinayetleri mi?"
"Yok abi... Bu Çilli'den bi bok olmaz diyecektim. Çünkü mafyayla düşüp kalkmış. Bizim gibi katı disiplin almamış. İllâ ki rahat durmaz, kendi kafalarına göre bir şeyler karıştırır böyleleri. Dik kafa olurlar. Alışmıştır böyle serbest hareket etmeye. Ne bileyim, tercih senin diye bir şey diyememiştim o zamanlar."
Celal'e doğru, tükürürcesine konuştu Sırtlan. "Oğlum, şimdi daha mı iyi oldu? Kızardım mızardım ama yine de üzerinde düşünürdüm. Şimdi ne bok yiyeceğiz? İki Numara yarın bu konu için çağırıyor Ankara'ya. O da kendine göre haklı yani kardeşim. Bir Numara'ya hesap verecek. Ah ulan Çilli ah! Ben seni gebertmez miyim?" deyince, Celal'in içinden bir ürperti geçti. Çilli ve arkadaşları için, daha şimdiden 'Allah rahmet eylesin.' Sırtlan'ı iyi tanıyordu çünkü. Yanlarına bırakmazdı.
"Tamam Celal, biraz istirahat edeceğim. Beni yarın erken kaldırırsınız, Ankara'ya doğru yolculuk var yine."
Celal parmaklarının ucunda, yavaşça odasına doğru gidiyordu saygılı şekilde. "Peki efendim, iyi geceler." dediğinde sırtındaki keten ceketi sıyırıp, halının üzerine doğru fırlatan Sırtlan, biraz önce ateş ettiği silâhı belinden çıkarıp eline alınca, namlunun ucundaki barut izi, beyaz gömleğinde çizgi şeklinde siyah bir leke bırakmıştı. Odaya giderken namluya mermiyi sürdükten sonra dikkatlice emniyeti kapatıp, tekrar beline yerleştirdi. Tam yatak odasının kapısından içeri girecekti ki birden geri döndü. "Haa... Celal, ben Ankara'dan dönünce Çilli ve itlerini burada hazır görmek istiyorum, anladın mı?" dedi. Sırtlan'ın ne demek istediğini çok iyi anlamıştı Celal. Bu saatten sonra, Çilli ve ekibi diye bir şey, yoktu artık.
"Anladım efendim, iyi geceler."
Başka hiçbir şey söylemeden, kapıyı sertçe kapattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
Ficção GeralBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...