Rüzgâr eskisi gibi artık ılık esmiyordu. İnsanın ellerini yüzünü yaladıkça, ısırır gibi bir his bırakıyordu. Naz, soğuk havada dışarıda oturmayı sevmese de kocasının söylediğine göre, Şebnem buz gibi bir havada bile dışarıda gezmeyi sevdiğinden, buna katlanacaktı artık. O yüzden, yakası kürklü mantosuna sıkı sıkı sarınmış bir şekilde oturuyor, konuşmaları bir sohbet havası içinde geçeceğinden, şimdi Şebnem'i ürkütmemek için, ses kayıt cihazını mantosunun altına gizlemişti. Bu röportajı yapabilmek için, kocasını ikna etmek bir hayli zor olmuştu. Zor da olsa, onun ağzından girip burnundan çıkmış, her kadının yaptığı gibi biraz da dişiliğini kullanarak, sonunda ikna edebilmişti. Ortada resmi birşey olmadığından, başhekimden gizli yürüteceklerdi bu röportaj işini. Neme lazım, bakanlıktan izin alın der, olmazlanır... O zaman tamamen yatardı bu iş.
Her ne kadar sorular Naz'ın işi olsa da psikiyatri uzmanı eşi olduğundan, sohbetin gidişini o belirleyecekti. Şebnem hiçbir şeyden habersiz, eline aldığı bir dal parçasıyla yerdeki yaprakları eşelerken, Dr. Vedat o sevecen sesiyle konuşmayı başlattı. "Şebnem bak, hani sana anlatıyordum ya, senin gibi güzel bir eşim var diye. İşte bu Naz. Seninle tanışmaya geldi. Ben seni çok övdüm. Bir gözleri var ki dedim, bir de altın sarısı saçları. Dayanamadı, illâ ki ben de göreceğim dedi"
Naz, eşinin bu şekilde, kendisinin yanında başka bir kadını övmesinden bir kadın kıskançlığı olarak rahatsız olsa da birşey sezdirmeden elini uzattı. Tahmin ettiğinden de güzeldi bu kız.
"Merhaba, ben Naz."
Önce şaşkın şaşkın duran Şebnem, uzatılan eli sıktı. Çok uzun zamandır kronik hastalar, hastabakıcılar, hademeler, doktorlar ve hemşirelerden başka bir kimse onunla ilgilenmediğinden, bu yeni misafir onun ilgisini çekmişti. Elini kaldırıp, "Çok güzel... Çok güzel..." diyerek, Naz'ın uzun, kumral saçlarını okşadı. Naz onun elini saçlarının arasından alıp, iki avucunun içine aldı ve iyice yanına sokuldu.
"Şebnem'ciğim, sen bu doktora bir şeyler anlatmışsın, hani bir kamyon varmış."
Çok güzel gözleri vardı Şebnem'in. Ama bomboş, sanki arka plândaki bir yere bakar gibi bakıyordu, "Evet var... O kötü adam telefon etti... Yola çıkarın kamyonu dedi... Ben gördüm... Çarpıştılar... Çok korktum... Sonra Susurluk'tan kaçtım ben..." derken, şimdi Naz'ın kucağına doğru korkuyla sokulup, iyice büzüldü.
"Korkma bak. Geçti artık, yanında biz varız. Sana kimse bir şeycikler yapamaz. Biz izin vermeyiz."
"Ama o adam beni öldürecek."
"Kim o adam Şebnem?"
Kızcağız o günü yaşıyor gibiydi sanki. "Tutun öldürün şu sarı saçlı orospuyu dedi. Bir sürü adam vardı, hep beni aradılar." dediğinde, Naz eşinin yüzüne baktı. Bu kızda çok sansosyonel bir haber vardı. Var olmasına vardı da nasıl ağzından alıp da derlenecek? Biraz zaman alacaktı tabii.İki saat boyunca bir Naz soruyordu bir Vedat. Naz'ın aksine, Vedat'ın sordukları hep profesyonelceydi. Naz'ın sorularından Şebnem'in bunaldığını anlayınca, hemen Vedat devreye girip, gergin havayı dağıtıyordu. Şebnem'in üzerinden korku gidip güven verildi mi konuştukça konuşuyordu. Birden Naz'ın mantosunun altından gelen mekanik ses, kayıt cihazının şarjının bitmek üzere olduğunu hatırlatıyordu ona. O yüzden, "Tamam arkadaşım, tamam Şebnem," diyerek röportajı sonlandırmak zorunda kaldı. "Bugünlük bu kadar yeter. Çok yoruldun. Hem de hava soğuk, üşütmeyesin." deyince, Şebnem sıcacık, güneşler gibi gülümsedi. "Yoo, ben hiç üşümem. Vedat abi bilir beni, soğukta hep bahçede dolaşırım."
Konuşmanın bittiğini anlayan Vedat devreye girdi. "Hadi istersen odana çık. Hemşire ablan bekliyordur, ilâcını verecek."
"Tamam Vedat abi."
Şebnem ayağa kalkıp yavaşça Naz'ın yanına geldi ve yanağına aniden bir öpücük kondurdu. Naz önce şaşırdı ama kendini çabuk toparlayıp o da bir öpücükle karşılık verdi. Koğuşun merdivenlerini çıkarken, geriye dönüp dönüp el sallıyordu. Şebnem merdivenlerde kaybolduktan sonra, Vedat ve Naz oturdukları yerden kalkıp, hızlı adımlarla polikliniğin yolunu tuttular.
Şimdi Vedat ve Naz içerde oturmuşlar, lâflıyorlardı. "Naz, senin bu röportaj işi ne kadar sürer?"
"Umduğumdan da kolay oldu bir tanem. Bayağı şeyler anlattı. Bir, bilemedin iki defa daha yaptık mı tamamdır." Vedat iç sıkıntısını gizlemek için, Hüseyin efendinin getirdiği çaydan büyücek bir yudum aldı. "Vallahi onu bunu bilmem, çabuk hallet. Birisi uyanır da röportaj yapıldığını başhekimin kulağına bir üflerse, yandığım gündür." diye dert yanınca, "Tamam tamam, meraklanma elimi çabuk tutarım," dedi ve muzipçe gülümsedi Naz. "Hem ne oluyor? Şebnem anlattığından da güzel kızmış. Beni buralardan uzak tutmak için, özel bir çaba sarfediyorsun gibime geliyor, ha! Ne dersin?" deyince, Vedat sinirli sinirli ellerini saçlarında dolaştırdı. "Tövbe tövbe! Allahım ya Rabbim! Sen benim aklıma mukayyet ol ne olur. Bu kadın milleti yok mu? Yahu kardeşim, doktor hasta ilişkisi psikiyatride böyle olur. Sanki bilmiyor muşsun gibi konuşuyorsun Naz ya!"
"Ben hasta masta anlamam, gözünü oyarım haberin olsun! O kıza bir kötü gözle baktığını duyarsam."
Vedat ayağa kalkmış, karısını tavuk gibi kışkışlıyordu; "Hadi hadi kalk. Tamam oyarsın, yaparsın. Ben de balkabağıyım ya. Gazeteye git artık, müdürün bekliyordur seni. Hem abuk sabuk konuşmaya başladın yine."
Naz, cilvelerdeydi her zamanki gibi. "Ne yaptım ki ben minik kuşum?"
"Bir de soruyorsun değil mi? Benim de yapacak bir sürü işim vardı ama hepsi kaldı. Sabahtan beri seninle uğraşıp gazetecilik yapıyorum."
Naz kovulduğunu hissetmiş, yalancıktan naz yapıyordu. "Bak işte, beni yine kovuyorsun."
"Ee, ne yapayım... Sen de rahat durmuyorsun ki bir tanem."
Kliniğin kapısından çıkarken, parmaklarının ucunda yükselen Naz, zorla da olsa Vedat'ın dudaklarını bulmuş, ıslak ve ateşli bir öpücükle kendini uğurlatmıştı. Aslında ne zamandan beri onun aklında çılgın bir fantezi vardı; Vedat doktor, o da hemşire elbisesi içinde, bu doktor odasında çılgınca sevişmek. Geçen gün bunu söylediğinde Vedat kızmış, 'sen manyaksın kızım, başka bir şey demiyorum' dediğinde, 'Ee, gazeteciler biraz manyak olur' cevabını vermişti.
Tam kapıdan çıkarken, aklına yeni birşey gelmiş gibi geri döndü Naz. "Vedat, o işi ne zaman yapacağız?"
"Hangi işi?" diye sordu ama sorduğuna pişman oldu Vedat. Hatırlamıştı... Git yaa! Başka işin yok değil mi senin? Çatlak!" deyince Naz şimdi hem gülüyor hem de koşar adımlarla kliniğin merdivenlerini hızlı hızlı inerken, Vedat da odasına dönmüş kendi kendine gülüyordu.
"Şuna bak ya! Şebnem'den resmen kıskandı beni. Harbi çatlak bu. Bir de neymiş, hemşire elbisesi giyip, 'bu masanın üzerinde sevişelim' diyor. Çılgın orospu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
Fiction généraleBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...