Sırtlan devrede

1 0 0
                                    

     Sabah erkenden, hizmetçinin getirdiği bir tomar günlük gazeteyi incelemek için, kışlık salonda oturan Bir Numara, daha eline aldığı ilk gazetenin birinci sayfasındaki sansasyonel haberi görünce, birden beyninden vurulmuşa döndü. Elinde tuttuğu kahve fincanı, heyecandan kaşmir halının üzerine düşüverdi. Eli ayağı titriyor, ne yapacağını bilemiyordu. Sinirli bir şekilde, eli kırmızı telefonun ahizesine uzandı. "Aloo!"
     "Buyurun efendim, günaydın."
     "Ne günaydını? Aydınlık günümüz mü kalmış bizim, okumadın mı gazeteyi?"
     "Okudum efendim, inanın ben..."
     "Tamam, kes... Kes! Sen demedin mi bana, o küçük kızın işi tamam diye ha! 'O kız şimdi Marmara'nın soğuk sularında' diye sen telefon etmedin mi? Şimdi bu tanık kız da neyin nesi oluyor, bana açıklar mısın?"
     İki Numara'nın telefonun diğer ucunda ezilip büzüldüğü gün gibi aşikârdı. Onun suçu yoktu aslında, onu Sırtlan kandırmıştı. Kızı yakalamayan Sırtlan, üstlerinden azar işitmemek için, bu yalana başvurmak zorunda kalmıştı. Nerden bilebilirdi ki bu küçük sarı orospu başına dert olacak diye.
     "Bana bak! Bu yazı dizisi, ya-yım-lan-ma-ya-cak! Anladın mı?"
     "Gayet açık ve net olarak anladım efendim."
     İki Numara'nın 'iyi günler' demesini beklemeden, telefon karşı taraftan sertçe kapanmıştı. Alnında biriken boncuk boncuk terleri, eli ile sildi İki Numara. Şimdi elinde gazete ile kalakalmıştı. Bir Numara'nın dediği gibi, gerçekten zordaydılar. Eğer yaptıkları kirli işler bir bir ortaya dökülmeye başlarsa, bu hükümet onların kuyruğundan tuttuğu gibi halkın eline teslim ediverirdi. Şimdiye kadar gelen bütün hükümetleri sindirmişler, kimse onların üzerine gelememişti. Ama bu hükümet, polisleri ve savcıları arkasına alarak habire bastırıyordu. Yüksek yargı şimdilik hâlâ onların ellerindeydi ama yapılan bazı girişimlerden anlaşıldığı kadarıyla, yargıya da düzenleme getireceklerdi. Bunlar da ne zaman sıkışsa hemen 'halka gidelim' demiyor muydular, ifrit oluyordu zaten. Tam da Cumhurbaşkanı seçimi arafesinde, bu olayın duyulması hiç de iyi olmamıştı. İktidarın ekmeğine yağ sürmüşlerdi istemeden. Ne yapıp edip Bir Numara'nın dediği gibi bu yazı dizisi yayımlanmamalıydı. Eğer yazı dizisini durdurmayı başarabilir, tanığı ortadan kaldırırlarsa, ellerinde iddia kalmayacağından, gazetenin çanına ot tıkamış olurlardı. En öncelikli iş tanığı ortadan kaldırmaktı, ama nasıl? Tabi ya! En iyisi Sırtlan'ı aramalıydı, kendi bokunu kendi temizlesindi.
     Çevirdi telefonu İki Numara. "Alo..."
     "Buyurun Sayın İki Numara."
     İki Numara'nın sesi boğuk ve mesafeliydi. "Sırtlan işler karıştı, haberin var mı?"
     "Yok efendim, hangi işler?"
     "Herhalde haberin olmayacak. Senin gazete okuduğun görülmüş şey miydi zaten."
     "Ama..."
     "Bırak! Bak beni iyi dinle şimdi. Sözümü de hiç kesme! Senin o Marmara'ya attım dediğin, ben de sana inanıp Bir Numara'ya öyle söyleyip de yalancı çıkarak karşısında küçük düştüğüm, o sarıkız var ya... Şimdi ortaya çıktı!" Sırtlan terbiyeli bir şekilde sessizce dinliyordu. "Gazetecinin biri de onu bulup bazı bilgiler almış, birkaç gün içinde de ADIM SARI AÇIK SARI isimli bir yazı dizisini gazetede yayınlayacaklar. İlk önce bu gazeteciden başlayıp o sarıkıza ulaş ve artık bu işi bitir... Tamam mı?" Telefonun diğer ucunda Sırtlan sadece yutkundu, bir şey diyemedi. 'Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış' atasözünün ne kadar doğru olduğu gün gibi aşikâr bir olay daha geldi başına. Suçluluk duygusu içinde, yavaşça sordu. "Efendim, gazetecinin adı var mı acaba sizde?" deyince, İki Numara adeta kükredi. "Evde yatıp göt büyüteceğine, git bir gazete al da oku!" Sırtlan, ilk defa İki Numara'nın kendisine karşı böyle hiddetli konuştuğuna şahit oldu. Demek ki iş bu kadar mühim ve acildi.
     Sarı devetüyü rengindeki uzun boy paltosunu sırtına geçiren Sırtlan, hızla aşağıya inip yanına koruma falan almadan, garajdan kendine bir araba seçti ve İstanbul'a doğru yola çıktı.

     Bu sırada hastanede gece nöbette kalan Vedat, nöbetini gündüz vardiyasına devredip giderken, bahçede Şebnem ile karşılaştı. Şebnem gün geçtikçe iyileşmiş, nerdeyse eski haline dönmüş sayılırdı. Bu gece Vedat ile bol bol konuşmuşlar, ona köyünden, Suuçtu Şelalesinden bahsetmiş, adamların onları nasıl kovaladığını, eşi Metin'in onu kurtarmak isterken nasıl düşüp öldüğünü bir bir anlatmıştı. Dr. Vedat da bunları dehşet içinde dinlemiş, eve gidip eşi Naz'a bu bilgileri aktarmaya can atıyordu.
     Yanağından bir makas aldı Vedat onun. "Şebnem günaydın."
     Güneşler gibi gülücükler saçıyordu Şebnem. "Günaydın Vedat abi. Naz ablam bugün gelecek mi acaba?"
     Geldi, Şebnem'in yanına sokuldu iyice, "Gelmez mi? Tabii ki gelecek," dedi gülümseyerek. "Hele ben eve gidip senin bana bu gece anlattıklarını ona bir aktarayım, uçarak gelir buraya, merak etme. Zaten 'son bir röportaj kaldı' diyordu. Hatta dün gelmesi gerekiyordu ama gelmedi nedense. Gece nöbete kalacağımı söylediğimde, bana çok soğuk davrandı, anlayamadım. Hiç böyle yapmazdı, neyse eve gidince öğrenirim artık." dedikten sonra yanaklarından bir abi şefkati ile sıktı. "Hadi gir içeri üşüteceksin diyeceğim ama bana güleceksin. Senin üşüdüğünü hiç görmedim ki ben. Hadi Allahaısmarladık."
     "Güle güle Vedat abi..."
     Şebnem, Vedat'ın arkasından hastanenin çıkış kapısından gözükmeyinceye kadar, uzun uzun baktı. Sanki onu bir daha hiç göremeyecekmiş gibi.

ADIM SARI AÇIK SARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin