Dikkatle oturmuş laptoba bakıyordu. Saat on ikiye vurmak üzereydi. Bir saat önce Doruk evde yokken bu evde yalnız değildim. Benden başka birileri de vardı. İşte o kişiler peşlerinde çok saçma ve korkutucu bir not bırakıp gitmişlerdi. Açıkçası ürkmüşüm. Doruk'ta hiçbir şey söylememişti. En azından sakin olmamı söyleyebilirdi. Hastaneye hiç girmemişim gibi davranıyordu. En azından yemek yiyebilirdik mesela. Tam bunları düşünürken Doruk sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi ''Yemek yiyebiliriz, bununla daha sonra ilgileneceğim.'' dedi. Suratına şaşkınlıkla bakarken devam etti '' Ne bakıyorsun ? Sakın bana korktuğunu söyleme. Artık bunlara alışmalısın.'' Bu çocuk benimle dalga mı geçiyordu? Daha demin eve birileri girmiş - ki bu kişiler onu öldürmeye çalışmışlar- ve ölüm tehditleriyle yok olmuşlardı. ''Afedersin ama ne yapmamı bekliyorsun? Bugün eve girenler yarın seni öldürebilirler. Sanki sen hiç korkmadın.'' Yüzünde küçük bir gülümseme belirdi ve ''Çok konuşma.'' diyerek mutfağa yürüdü.
Karnım felaket acıkmıştı bu yüzden bende peşinden gittim. Tezgahla birleşen 'L' şeklide bir masanın etrafına sandalyeler dizilmişti. Dolaplara daha dikkatli bakınca ne kadar güzel renklerinin olduğunu düşündüm. Ev çok güzel dekor edilmişti. Sandalyelerin birini çekerek oturdum. Uykum gelmişti ve büyük ihtimalle moraran gözlerim berbat görünüyordu. Ama tüm bunlara ağır basan bir şey vardı; AÇLIK. Hastanede yediğim yemekler gerçekten kötüydü. Zaten pek bir şey yediğim de söylenemezdi ama yaşamak için zorla ağzıma lokma dolduran hemşirelere sahiptim. Kahrolasılar. Dikkatimi Doruk'un bakışları çekti. Ayakta dikilmiş beni izliyordu. ''Hayırdır? Esneyip duruyorsun. Uykun mu var? İstiyorsan yemek yemeden uyu.'' Benimle dalga geçmesinden nefret ediyordum. ''Kalkta biraz yardım et.'' Gülüyordu ve bu daha da öfkelenmeme neden oluyordu. Yine de gülümsedim. ''Gerçekten uykum var. Ama sana yardım edebilirim.'' Yerimden kalktım, onun yanına yaklaştım. Elinde tuttuğu tencereyi aldım. Bunu yaparken eli elime deydi ve birden avuçlarını sıktı. Kaşlarını çattı. Sanki bir şey olmuş gibi benden uzaklaştı. İç çektim ve tencereye kaynar su koydum. Tezgaha yaslanmış bana bakıyordu. ''Öyle bakmasana.'' demekten kendimi alamamıştım. İfadesiz bir şekilde kafasını salladı ve elimde tuttuğum tencereye bakıp gülümsedi. Yanımdan geçerek aygazı açtı. Bende durmadım ve elimdekini ocağa yerleştirdim. Dolaptan makarna çıkarttı. ''Maalesef bugün bununla idare etmek zorundasın. Muhteşem bir aşçıyım demedim.'' dedi.
''O saçma merkezde bir gün kalmış olsaydın eminim ki tuzsuz ve yağlı makarna yemek için dua ederdin.'' diye karşılık verdim. Kafasını eğdi ve suratıma bakmaya başladı. Bu arada ben makarnayı haşlanması için suya koymuştum ve elimdeki kaşıkla oynuyordum. Gözlerimi kaldırdım. ''Bu kadar değişmeyi nasıl başardın sevimsiz?'' diye enteresan bir soru sordu. ''Ne bekliyordun? Deliler hastanesine yatırılmış kaçık kızın oradan Barbara Palvin gibi çıkmasını mı?'' Suratım asılmıştı. Acaba kendime gelmem ne kadar sürecekti. Ben bunları düşünürken ellerini çeneme koydu ve kafamı kaldırdı. Nedenini bilmiyordum ama çok yakışıklı biriyle -abim diye bildiğim aslında öyle olmayan- şuanda çok yabancı bir evde durmak kalbimin felaket çarpmasını sağlıyordu. Donuk surat ifadesini takınarak ''Gözlerinin rengi... siyahtı. Ve.. Ve çok zayıflamışsın.'' Gözlerindeki şaşkınlığı görüyordum. Ama garip olan yıllar önce yüzüme bakmayan birinin bunları bu kadar net hatırlamasıydı. ''Unutmamışsın. Oysa ki senin için bir hayaletten farksız olduğumu sanırdım.'' dedim ve tebessüm ettim. Ne kadar böyle olsa da gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. İçimden bir ses sürekli aynı şeyleri tekrarlıyordu. ''Ağlama, ağlama, burda değil, şimdi olmaz, güçlü kal, güçlü kal, dayan!'' Çenemi ellerinin arasından çektim. Havada kalan elini yavaşça indirdi. Yanımdan hızla ayrıldı, içeri gitti.
Çok mu ileri gittim diye düşünüyordum. Yada sanırım sadece gerçekleri söylemiştim. Aradan yarım saat geçtikten sonra makarnanın sosunu bile yapmıştım. Küçük ve şirin soframı kurmuştum. Yavaş adımlarla evin içinde Doruğu aramaya başladım. Karanlıktı. Uyuyor olabileceği ihtimalini düşünürsek sanırım ışığı açmamak en mantıklısı diye düşünmüştüm. Yoksa korku filimlerindeki salak kızlar gibi çıkan tıkırtılara mum ışığıyla gitmezdim. O an dikkatimi koltukta uyuya kalmış Doruk Göktan çekti. Kulaklıkları hala kulağındaydı. Yanına yaklaştım ve yan tarafındaki cam sehpanın üzerindeki küçük masa lambasını açtım. Etraf loş bir ışıkla dolmuştu. Çok güzel gözüküyordu. Abim diye bildiğim çocuk bu muydu diye düşünürken gözleri aralandı. ''Heyy sen beni mi izliyorsun?'' dedi. Gözlerini kırpııştırdı ve küçücük bir çocuk gibi ellerini yumruk yapıp gözlerini ovuşturdu. Bunları yaparken dikkatimi çeken şey dudaklarındaki masum gülümsemeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARANOYAK
Teen FictionTek bir kadere yazılmış iki farklı hikaye.. Rehabilitasyon merkezinin beyaz duvarları ve iki gencin içindeki karanlık.. İmkansızlığın gölgesinde tutuşamayan ürkek eller.. Umutlara sığınan yalanlar, gerçekleşemeyen hayallerin ayak sesleri.. Paranoyan...