Hainler

21 10 4
                                    

Vedat sadece Cemal'e küfrediyordu. Açlık ve vahşet yüzünden deliren Cemal ise Vedat'a bakıp gülümsüyordu. Aklından geçen vahşice fikirler kırık burnu yüzünden kana bulanmış Vedat'ı korkutmuyordu. Cemal'in canı sıkıldı. Vedat acı çekmiyor, eğleniyordu. Onla dalga geçercesine... Arkasında bir ses duydu.

-Burda neler oluyor böyle?! Cemal yavaşça arkasına döndü. Kanlı siyah tişörtü ve elinde tabancasıyla Yusuf merakla Cemal'e baktı:

-Sen nasıl çıktın? Cemal sorudaki korkuyu sezmişti, cevabı öğrenmek istemiyordu Yusuf. Diğer çocukları 7/A'ya kilitlediğinden yalnızdılar. Yusuf'u yakalayıp bağladığını Melis'in de görmesini isterdi. Belki o zaman onun olurdu...

-Bir şey sordum Cemal, nası... Cemal tabancayı Yusuf'a doğrulttu. Yusuf ilk kez ölümün ona baktığını fark etti. Vedat'ı da fark etti, kanlar ön kısmını kaplamış bir şekilde onlara bakıyordu. Cemal Hannibal Lecter'ınkini andıran paslı sesle:

-Silahını bırak Yusuf, lütfen. Seni öldürmek istiyorum ama şimdi yapamam. Melis yanında olmadığına ve gözlerindeki yaşam enerjisine bakılırsa ölmedi, başka bir yerde. Sıkıntı şu; nerede?

-Bilmiyorum Cemal, istersen silahını indirip konuşabiliriz. dedi Yusuf yalancı bir dostane tavırla. Cemal kanmamıştı, isteğini yineledi. Yusuf Melis'i bulmadan ölmemeliydi, o yüzden tabancasını Cemal'in gözüne sokarcasına önüne fırlattı. Ortam çok sessizdi. Ne yaratıkların sesleri ne de çocukların sesleri vardı. Cemal yavaşça eğildi ve tabancayı aldı:

-Kendini bağla. Yusuf kendini bağladı, Cemal de ipleri sıktı. Şimdi Yusuf da Vedat'ın yanında bağlıydı. Cemal gülümsedi:

-Çok eğleneceğiz...

**************************

Ayşe abla radyoyu kapattı.

O radyoyu kapatırken ben kuru fasulyemi yiyordum. Allah bilir kaç gündür atıştırmalıkla hayatta kalmaya çalışıyordum ve şu an midem bayram ediyordu. Fakat bu endişelerimi de arttırmıştı: Ya Vedatlar? Onlar da atıştırmalıkla hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Bu da okula bir an önce dönmem gerektiği gerçeğini haklı çıkarıyordu. Ayrıca bu kan ve ilaç lekeleri ile dolu hastane birçok ölüme ev sahipliği yapmıştı, belliydi. Ama okul daha o kadar (tahminimce) kirlenmemişti.

-Bu da kim Ayşe abla? düşüncelerimin karanlık boşluğundan sıyrıldım ve kuru fasulyemden kafamı kaldırdım. Hastanenin kantinindeydik. Yaklaşık benden 3 santim daha uzun, yeşil bir ceket ve bol bir kot pantolon giymiş, sarı saçlı ve siyah gözlü; yüzünü ve burnunu kapatan kahverengi deriden bir maske takan bir çocuk şaşkınlıkla bana bakıyordu.

-Şövalye, Bu Melis. İlçedeki bir okulda hayatta kalan bir gruptanmış. (Şövalye mi?!)

-İyiymiş. dedi Şövalye ve bana elini uzattı:

-Tanıştığımıza memnun oldum. Elini sıkarken kafamda oluşan sorulardan birini sordum:

-Şövalye, ciddi misin sen?

-Evet, anonim olmak iyidir. dedi ve onda bir şey fark ettim: Belinde kınında olan bir kılıç vardı.

-Kılıç mı kullanıyorsun? dedim ve onun gözleri belime kaydı:

-Silah mı kullanıyorsun? cevabımı almıştım. Ayşe ablaya döndü:

-Eeee Ayşe abla, tanıştığımıza göre ve herkes hazırlanmışsa neden hala Atatürk Havaalanı'na yola çıkmıyoruz? deyince Ayşe abla teminden beri bunu bekliyormuş gibi:

-Tam da Melis'e radyodan o duyuruyu dinletmiştim. Ne sabırsızsın hem, Yarın gideceğiz ya! Ben sadece izliyordum. Ayşe ablaya nası ya diye bakınca düzeltti:

Ölü Günler (YAZILIYOR) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin