Sonbahar... Nereye baksam kırmızının biraz açık ve biraz koyu tonları: Turuncu ve kahverengi. Nereye baksam bu en sevmediğim iki çirkin renk... En sevmediğim, çatışmaların en yoğun olduğu o mevsim. Çocukluk hayalim için gittiğim, ama en çok benim sözümün geçtiği okulumun başladığı şu vakitler. Üzerimde bir ağırlık hissediyordum: Duygusal olarak bir ağırlık.
Ben bunları düşünürken, ilk dersin sonuna gelmiştik. . Sınıfta oluşan uğultuyla beraber kafamı sıramdan kaldırmam gerekmişti. Gözler benim üzerimdeydi. Nedenini anlamasam da önüme dönerken bir karanlık dikkatimi çekti. Kapıda tanımadığım, ya da hatırlayamadığım bir sima... Doğrudan bana bakıyordu. Sıramın önüne yavaş adımlarla gelip durduğunda, karanlığı bir an beni kendine çekti sanki. Bu... Benden bile karanlıktı. Ya da hayır, benden daha karanlık biri varsa o da babamdı.
"Sana sesleniyorum!"
Sesi, güzeldi. Ama öyle bir bağırmıştı ki, yerimde zıpladığımı hissetmiştim. Bir dakika, o bana mı seslenmişti- bağırmıştı? İşte şimdi biraz eğlence vaktiydi.
"Ne var?" Yüzüne ciddi bir şekilde baktığımda çatılmış kaşları ile karşılaştım.
"Çirkin ve aptal olduğunu biliyordum, ancak sağır olduğunu yeni öğrendim açıkçası." Çirkin, aptal ve sağır mı? Bir dakika...
"Sen, kime hakaret ettiğini sanıyorsun?"
"Sözlerine dikkat etsen senin için iyi olur, yeni sıra arkadaşım." Bunları söylerken bir yandan hızla ve büyük adımlarla yanıma gelmiş, beni kolumdan tutmuş, kaldırıp kenara atmıştı.Tabii ki ona karşı gelebilirdim ancak boş bulunduğum bir anımdan faydalanmıştı. Beni kenara ittirip yerime oturdu. Ben ise olayın şokundan çıkmaya çalışıyordum, ve git gide sinirlenmem de bu 'çalışmaya' dahildi.
"Sen ne halt ettiğini sanıyorsun!" diye sinirle soludum olduğum yerde. Sanırım artık okulda da sakin olmayacaktım. Ve günün ilk şanslı kurbanı ise bu git gide tanıdık gelmeye başlayan çocuktu.
"Orada tüm sene boyunca dikilmek istemiyorsan otur şuraya. Zira şimdi oturmazsan sana bir daha bu fırsatı vermeyeceğim."
"Kalk oradan! Kendini ne sanıyorsun sen?" diye bağırıp kenara ittim onu ve sıradan aşağı attım. Yere ani bir iniş yaptı ve o anından faydalanıp ayağımla onu yere bastırdım. Eğildim. "Her kelime bir yumruk... Ne dersin?"
Ve o an hiç beklemediğim bir hareket yaptı. Beni saçımdan tutup kenara çekilmek zorunda bıraktı, ve ayağa kalktı. Tabii onunla birlikte ben de. Bunun okul gazetesinde manşet olacağından emindim ama umrumda değildi. Yalnızca şu an etrafımızda bizi kameraya alan meraklı topluluğu birazcık 'uyaracaktım' ve bu yeterdi.
O, konuştu.
"Ünlü mafya Aslan Demir'in kızı, Deniz Demir. İsmin sadece seni görmeyenler erkek sansın diye Deniz. Söylenenden daha acınasısın sanırım. Her neyse. Bütün geçmişini biliyorum kız. Ayağını denk alsan iyi olur. Anlaştık mı?" 'Bütün geçmişini biliyorum' mu? 'Acınası' mı? Benden çekeceğin var çocuk... Hata yaptın.
"Madem kim olduğumu biliyorsun, hala neden sen kendi ayağını denk almıyorsun? Zira... Babam piyasada zirvedeki bir mafya, ben ise onun tek varisi. Bunu biliyor olmalısın." Uyarıcı ses tonumla konuşmuştum, anlamış olacak ki bir ses duydum- hafifçe güldü sanırım. Ama bu... Alay dolu bir gülüştü?
"Bak aptal sarışın. Söylediklerimin ikiletilmesinden hoşlanmam. İlk ve son kez kendimi tanıtıyorum; ben Rüzgar Duman. Babacığının en büyük düşmanı, Eser Duman'ın oğlu."
"Biliyorum." dedim dişlerimin arasından. İsmini duyunca hatırlamıştım fotoğraflarını ve yüzünü. İstemediğin ot başında biterdi ya hani, işte bu durum tam olarak o sözü kanıtlıyordu. Düşmanımla sıra arkadaşıydım, cidden mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deniz Karası
RomanceHayatın zorluklarından kaçını kaldırabilirsiniz? Kaçına göğüs gerip, "Buradayım!" diye haykırabilirsiniz? Esin henüz ufacık bir çocukken çekmeye başladığı acı yüklü vagonu asla fırlatıp atamıyor.