''Gözlerin. Gözlerin en çok benim gözlerime yakışır.'' dedi adam.
Sil. Sil. Sil. Bu ne abi. Ali haklı sanırım. Benim içime sığ bir sığır kaçmış. Ben böyle basit cümleler kurmazdım. Bu ne Allah aşkına. Yeni yetme, âşıklar gibi.
Adam kadının gözlerinden ruhuna aktı. O ruhun derinlikleri çelişkilerle doluydu. Kuş bakışı yaptığı bu geziden tek çıkarımı bu oldu. Sonra avcıya yakalanan kuş ürkekliğinde, kesişen bakışlarını kaçırdı kadından. Bakışlara takılırdı adam, bu sefer takılmadı. Az önce baktığı gözleri düşündü. Gözlerini severdi kadının. Bunu ona da söylemek istedi. Yeterince güzel bir söz bulamadı. Aklına gelen sözler çok yetersiz çok boş geldi. Sıradandı hepsi, basitti. Adam tam kadına bir şeyler söyleyecekken
Telefon çaldı ve yazarın tüm ilham perileri çekip gitti. Zaten şu ilham perilerine de, bitmeyen bu kitaba da, zırıl zırıl çalan telefona da...
-Efendim Can?
-Kerem neredesin sen abicim. İki saattir ofisin önünde seni bekliyorum.
-Ne ofisi?
-Ya ben daha geçen gün sana bir mimarla görüşme ayarlamadım mı? Onun ofisi.
-Ben o işi tamamen unutmuşum yaa.
-Belli oluyor zaten. Neyse çok oyalanma da gel biran önce.
-Tamam geliyorum.
Koltuğun üstündeki eskimiş kotumu ve siyah basit bir t-shirt giyip çıktım evden. Kapının dili yine tam oturmadı. Biraz daha güçlü çektim. Hızlı hızlı indim merdivenleri, atladım motora, bastım gaza.
Ben rüzgarıma takılmış giderken etrafımdan flu bir şekilde değişik fotoğraflar akmaya başladı. Bir anne, yola atlamasın diye küçük kızının elini sıkı sıkı kavrıyordu mesela bir fotoğrafta. Bir başka fotoğraftaysa otobüsü kaçırmış olan genç bir adam avazı çıktığı kadar bağırarak o otobüsün peşinden koşuyordu. Tahminimce avazının çıktığı yere kadar koşacak, avazının çıktığı yerde bir küfür savurup bir sonraki otobüsü bekleyecekti. Fotoğraflar gelir geçer, ben de aralarından hikâyeme konular ve konuklar ithal ederdim. O konukların bazıları başrol koltuğuna kurulur bazılarıysa birer yan rol olurdu. Bunu ben seçmezdim. Bunu hikâyem seçerdi. Ben tam başka bir fotoğrafa geçecektim ki benim önüme kırmızı bir scooter motor geçti. Eğer son anda fark etmesem o benim önüme ben tahtalıköye geçecektim. Tam kornaya basıp Türkiye Şoförler Dilinde ''Napıyon sen hacı?'' manasına gelen uzun korna öttürmelerinden birini yapacaktım ki, ''Amaan boş ver be abi'' dedi iç vurdumduymazlık sistemlerim. Ben de öylece yoluma devam ettim, kırmızı flu bir lekenin peşinden.
Görüşeceğim mimarın ofisine geldiğimde kırmızı scooterla aynı yere geldiğimizi anladım. Kırmızı scooterdan inen üçüncü tekil şahıs kaskını bile çıkarmadan ofisten içeri girince ''ahanda yeni bir konuk buldum'' gülüşümü takınıp hemen peşinden fırladım. İçeri giren ve üçüncü tekil şahıslıktan konukluğa terfi eden arkadaş önce ceketini çıkardı. Sonra çantasından bir çift topuklu ayakkabı çıkarıp onları giydi. Sonraysa beyaz bir kumaş parçası çıkarttı. İki kanatlı geniş kapının önüne geldiğindeyse o beyaz şeyi -meğerse bir etekmiş- giyip pantolonun çıkarttı ve ağzımın tabiri caizse beş karış açık kalmasına sebep oldu. Sonraysa kaskını çıkartıp el yordamıyla hafif kısa olan siyah kıvırcık saçlarını düzeltti ve aniden kapıyı açtı. Söylediklerini işittiğimdeyse geç kalan tek kişinin ben olmadığımı anladım.
-Aa toplantı burada mıydı yaa. Ben sizi diğer oda da sanıyordum.
Hayatımda gördüğüm en ilginç kadınlardan biriydi. Kesinlikle hikâyemde buna benzer bir kadın karakter kullanacaktım. Görüşeceğim mimarlardan birinin de o olmasını umut ederek sekretere Mimar Umur Çetin ile yapılacak olan toplantının hangi odada olduğunu sorduğumda aldığım cevapla güneş bu gün ilk kez ışıldadı yüzüme.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuş Koysunlar Yoluna
RomanceDoğuştan kafası güzel bir yazar. Asla sahip olunamayan bir kadın. Bir sigara,bir bardak ve bir şişe... Sokaklardan ithal edilmiş kahramanlar... Dünya ve Ütopya arasında bir yolculuk. Yağmurlu şiirler, hüzünlü şarkılar... Kuşları andıran bakışlar...