35 ⋆you're too tangled in my soul⋆

346 40 29
                                    

×Öncelikle bölümlerdeki aksamalar için affınıza sığınmak istiyorum. Bunu detaylı olarak en altta açıkladım çünkü bu kısma upuzun bir paragraf koyarak bölümü mahvetmek istemiyorum... keyifli okumalar! 💕

jungkook

"Ah tanrım... şaka gibi. Üst katı kiralamamalıydık dostum. Her yağışta aynısı oluyor! Geçen sonbaharda da böyle olmuştu. İstisnasız her sene aynı şey yaşanıyor..." diyordu Oliver, tavandan sızan yağmur suyunun doldurduğu kovayı yenisiyle değiştirirken. "Oregon, Kaliforniya'ya yakın olduğu için benzer iklimleri olur sanmıştım. Oysaki benzer ne kelime... tamamıyla farklılar!"

Bakışlarımı yeniden bilgisayar ekranına çevirdiğimde kendi kendine söyleniyordu. "İnanılır gibi değil, geçen sene seninle merdivenlerde tanışmıştık hatırlıyor musun Jungkook? O zaman biraz daha sosyal birine benziyordun gerçi."

Kıkırdadım ona dönerken. "Ne alaka şimdi?"

Ellerini beline yerleştirip gözlerini devirdi. Dizlerine kadar sıvadığı eşofmanının paçalarıyla yüz ifadesi büyük bir uyum içindeydi. Kızdığı zaman elinde terlikle bekleyen annemi anımsamıştım istemsizce. Gülümsemekten kendimi alamamıştım.

"Tüm gün bilgisayarın başındasın dostum... Aylardır Kore'den oradan buradan babanın mağdur ettiği hastalarla bağlantı kurmaya çalışıyorsun. Daha doğrusu çalışıyoruz. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum ama..." Elindeki su dolu kovayı kapının önüne götürdükten sonra devam etti. "Bu intikam işini tüm hayatın yapmasan mı?"

Yüzümdeki tebessümü görünce derin bir nefes verdi. "Amerika'nın diğer ucuna geldik, Oregon'a taşındık. Buradaki üniversiteye ne zorluklarla naklini aldırdığımızı benden iyi sen biliyorsun Jungkook. Tıp okuyorsun tanrı aşkına! Neden değerlendirmiyorsun bu fırsatı?"

Yeniden bilgisayara döndüm, bir şeyler yapıyormuş gibi görünerek onunla göz temasını engellemeye çalışıyordum bir nevi. Oliver onu dinlediğimi gayet iyi biliyordu, sözlerine devam etti. "Neden kendini bu kadar anlamsız işler için hırpalıyorsun ki? Eline ne geçecek onun gerçek yüzünü herkese gösterdikten sonra? Bugünlerimiz geri gelecek mi?"

Yazmayı kestim. "Anlamsız değil..."

"Tamam, belki anlamsız değil. Ama kesinlikle değmeyecek. Bugünlerini ziyan etmiş olacaksın sadece."

Gülümsedim, ellerimle gözlerimi ovuştururken. Ben bu uğurda haddinden fazla şey feda etmiştim. Kendimi, annemi, kardeşimi, ülkemi ve onu... Büyük bir kumarın içindeydim, önce bu oyunu kazanacak; riske ettiğim, benden bizden esirgenen her şeyi bir bir geri alacaktım.

"Tanrım! Yine sessizliğe gömüldün. İznin olursa biraz şarkı dinlemek istiyorum, hoparlörle ve yüksek sesle."

Güldüm. "Benlik sıkıntı yok, komşuları bilemem tabii."

Oliver dinlediği müzikler, çaldığı enstrümanlar, söylediği şarkılar çok da rahatsız etmiyordu beni. Bilinçli olarak, severek ve isteyerek şarkı dinlemeyi uzun zaman önce bırakmıştım. Roseanne'in sesi dışında, hiçbir ses dikkatimi çekmiyordu zaten.

Birkaç dakika içinde telefonunu hoparlöre bağlamış, müzik sesi tüm odayı doldurmuştu.

Yaşadığımız yer oldukça küçük bir çatı katıydı. Derme çatma bir mutfak ve yataklarımızın sığabileceği büyüklükte küçük bir odadan ibaretti. Kore'deki evimden çok da farklı değildi, yadırgamıyordum. Kore'yi anımsattığı için hoşuma bile gidiyordu...

Ve sonra her şey birdenbire oldu.

Aniden, o tını kulağıma gelir gelmez... donup kaldım.

prom queen ✘ rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin