HÖ - Hezâr'dan Önce

2.9K 226 75
                                    

Merhaba! İnsanların biri bu konuyu keşfedip kullanmadan önce ben yazayım dedim ve tadaa! Umarım seversiniz, öpüldünüz.^^

Defterimde dolduracak boş sayfa kalmadığında veya film listemi tamamladığımda neden beyaz olduğumu sorguladım, beynimi patlatırcasına. Ya da insanlar saçma bir şekilde bana kantinden bir şeyler ısmarladıklarında, güneş soyut ve parlak elleriyle bayılmama sebep olduğunda... Ve tüm bu olanlara her tebessüm ettiğimde. Bunlar ayın görünen yüzüydü.

Ayın karanlık tarafında ise ben vardım. Gündüzleri evden çıkamamasına neden olacak kadar güneşle küs olan, güneşe meydan okumaya kalktığında yine de tam donanımlı giyinmek zorunda olan ben. Yüksek korumalı güneş kremi, pahalısından ve her seferinde aklıma "Gözlüklerim Rayban, parçala beni hayvan," lafını getirip beni iğrendiren bir güneş gözlüğü, uzun kenarlıklı ve beni bir diva gibi hissettiren ama terleten uzun kenarlıklı bir şapka... Kış mevsimini kimsenin ondan daha fazla sevemeyeceği albino.

Albinoluk sadece gözleri hassas yapıyor sanırdım ama içimdekilerle beraber tüm vücudum fazlasıyla hassastı. Beynime de vurmuş olmalıydı, çok derin düşünmeye kalktığımda migren olmayan bir migren ömrümden sene götürüyordu.

Ama yine de, hiçbir zaman hâlimden şikayetçi olmadım. En azından hiçbir zaman "Keşke," demedim. Bana tuhaf bakışlar atan insanlar bana dünyanın farklılıkları kaldıramadığı gerçeğini gösteriyordu. Aynı su gibi, suyun fizikteki olağanüstü hâlinin tek açıklamasının "Kimyası bu," denmesi gibi. Farklılıklar birbirleri içinde kayboluyordu. Ve dünya farklılıklarla dolu bir yerdi. Farklılıkları kamufle olan doğa, içindeki insanlarla beraber, ortada sadece benzerliklerin, aynılıkların, sıradanlıkların kalmasına sebep oluyordu. Tüm olayı çoktan çözmüştüm! Ve işte tam da bu yüzden şikâyet etmiyordum.

Bana kantinden bir şeyler ısmarlayan okul arkadaşlarım ise bu kadar gereksizin arasında sevilmeye değer insanların hâlâ var olduğunu gösteriyordu.

Her zaman mutlu olmayı bildim. En azından, kendi mutluluğumu yaratabiliyordum. Sisin içindeki belli belirsiz far ışıklarında mutluluğu bulabilirdim veya insanların tiksindiği zavallı bir çekirgede.

Neşemi hiçbir zaman kaybetmememin nedenini merak ediyordum. Ailemin beni yetiştirme şeklinden mi? Büyük olasılıkla. Ailem de şikâyet etmezdi hiç, başımıza ne gelirse. Ailem bana "Her şeyin ardında bir neden olduğu," düşüncesini miras bırakmıştı.

Gökyüzü de böyleydi, belki de o yüzden gökyüzünü çok seviyordum. Fırtınada bile bir neden vardı, ben doğal afetlerin bir çeşit günah arındırma olduğuna inanıyordum. Yağmurun görevi zaten belliydi, o  olmasa milyonlarca bitki türü belki de hiç varolmayacaktı. âni bir heyecanla gökyüzüne başımı kaldırdım, ama bunu yapmamla bana tokat gibi vuran güneş ışıkları gözlerimi geçici bir körlüğe sürükledi. Kör bir parlaklık renkli noktalarla doluydu şimdi. Başımı hızla indirip elimi gözlerime siper ettim ve sendeleyerek yolun kenarına çekildim. Geçici körlüğün geçmesini beklerken diğer elimle poşetlerimi sıkı sıkıya tutuyordum. Kapkaççılar kurbanlarında böyle anları kollardı. Gözlerime siper ettiğim elimi gevşettim biraz, gözlerimi çık sıkmamalıydım. Bir süre daha aynı pozisyonda kaldım ve sonra doğruldum. Cesaretle gözlerimi açtım. Geçmişti.

Gökyüzüne bakamamak bir günah gibiydi. Birçok şeyi kaçırıyormuşum gibiydi. Üzüldüğüm nadir noktalardan biri buydu sanırım. İnsan kalabalığının arasına karışırken şapkamı kafama iyice geçirip düşmeyeceğinden emin oldum. Uzun kenarlıklar insanları rahatsız ediyor muydu acaba? İhtiyacım olmasa bu terleten zımbırtıyı kullanmazdım, bunu dert etmemeliydim.

İncecik olması yüzünden insanların yeme bozukluğu yaşadığımı düşündüğü bedenimle yolun sağına geçmeye çalışırken bir an önce yürüyen merdivenlere ulaşmak istiyordum. Ve belimi bağlayan şu şapkadan kurtulmak. Rüzgârı saçımda hissetmek güzel olabilirdi, eğer güneş barış çağrıma olumlu yanıt verseydi.

AlbinoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin