"Neden bu okuldasın ki sen? Bizden farklısın, burada olmaman lazım. Şuna bir bak, konuşamıyorsun ve herhangi fiziksel bir temasta çıldırıyorsun. Ayrıca öğretmenimizin sana ayrımcılık yapmasına katlanamıyorum. Defol git buradan. İstersen öl."
Küçük çocuk, kalbine adeta bir bıçak gibi saplanan sözleri duymamak için ellerini kulaklarına götürdü, ağlamaya ve bağırmaya başladı. Etraftaki sesler kesilirken beyninin en derinlerinde bu sözler tekrarlanmaya devam etti. Kafasına vuruyor, sesleri susturmaya çalışıyordu. Acı çekiyordu.
Haksızlıktı. Sırf otizmli bir çocuk olduğu için, akran zorbalığı görmesi ve dışlanması haksızlıktı. O bunu hak etmiyordu.
Çocuğun kendisine zarar veren elleri çekilince daha da bağırmaya başladı, korkuyordu. Kendisine korkuyla bakan diğer 'normal' çocukların bakışlarını görmemek için gözlerini açmıyor, bu durumdan bir an önce kurtulmak istiyordu. Beynindeki ses yavaş yavaş azalmaya başladığında kendi adını duydu.
"Woojin, kendine gel. Geçti, geçti bir şey yok. Her şey geçti, ben buradayım."
Çocuk gözlerini araladığında, revirde öğretmeninin göğsüne yaslanmış bir şekilde olduğunu fark etti. Yaşlı gözleriyle çocuğa sarılıyor, her şeyin geçtiğini söylüyordu.
Çocuk gülümsedi ve tekrar etmeye başladı. "Her şey geçti, her şey geçti, her şey geçti..."
Öğretmeni çocuğun alnından öptü. "Geçti Woojin, güvendesin, kollarımdasın."
Çocuk az önce olan her şeyi unutmuştu. Öğretmeninin güzel saçlarıyla oynamaya başladı. Yanında güvende hissettiği tek kişi öğretmeniydi.
-
Woojin kol saatine baktı ve adımlarını daha da hızlandırdı. Acelesi yoktu ama dakik bir insandı. Belirlediği saatte evde olmak zorundaydı. Gözleri yere bakarak yürürken, yolunu kesen bedenle duraksadı. Başını kaldırmadan sağ tarafa geçti ve aklındaki tek kelimeyi tekrarlamaya başladı. "Yetişmeliyim, yetişmeliyim, yetişmeliyim..."
Diğer kişi tekrar Woojin'in önüne geçip, durdurmak için ellerini göğsüne koydu ve Woojin anında bağırarak geriye kaçtı. "Dokunma, dokunma!"
Gözlerini sımsıkı kapatmış ve elindeki poşeti göğsüne bastırmış hızlı hızlı nefes alıyordu. Daha fazla oyalanırsa tam saatinde yetişemeyecekti. Tekrar yürümeye yeltendiğinde, bu sefer itildi ve kulağına kıkırdama sesi doldu.
Göz yaşları hızla akarken tek düşündüğü, eve vaktinde gitmeyi ve kirli hissettiği için hemen duş almak istemesiydi.
Önündeki beden kenara çekildiğinde tüm gücüyle koşmaya başladı. Sonunda eve geldiğinde kol saatine baktı ve derin nefes aldı. Vaktinde gelmişti. Kapısını kilitleyip ayakkabılarını düzenli bir şekilde yerleştirdikten sonra poşetiyle beraber mutfağa geldi. Poşetten tavuklu ramenini çıkarıp dolaba düzgün bir şekilde koydu ve koşarak odasına gitti. Dolabından, özenle katlanmış kıyafetlerinden alıp banyoya geçti. Yolunu kesen o kişi kendisine temas ettiği için kirli hissediyordu. Hemen temizlenmesi gerekiyordu.
Duştan sonra güzelce giyinmiş, saçlarını kurutmuş, ramenini yemişti ve şu an cam kenarındaki koltuğuna yerleşmiş, parktaki küçük çocukları seyrediyordu. Ne olurdu o çocuklar gibi olsaydı?
Kapı zili çaldığında oturduğu yerden irkildi. Uzun zaman sonra ilk defa kapı çalıyordu. Şaşkınlıkla yerinden kalktı ve ürkek adımlarla kapıya adımladı. Kapı gözünden baktığında kimseyi göremedi. Ama içi rahat etmediğinden kapıyı yavaşça araladı ve tekrar baktı. Kimse yoktu. Kapıyı tam kapatacakken yerdeki kağıt gözüne ilişti. Etrafına dikkatlice bakarken hızlı bir şekilde kağıdı alıp kapıyı kapattı. Kalbi hızlanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can I Trust? | Wooho
FanfictionYıllar sonra ilk defa birine güvenmişti, ama pişman oldu, lanet etti kendine.