Ve Tanrı insanı yarattı,ona bahşettiği armağanları nefs-i müdafaa edebilsin diye.
"Gerçek aşk nedir? Hemen herkes gerçekten aşık olduğunu sansa bile aslında gerçek aşkın ne olduğunu bilen insan sayısı çok azdır.
Aşkı bilmek için ilk başta kişinin kendini tanıması ve kendini sevmesi gerekir. Kendi sınırlarını bilmeyen, kendini tanımayan insanların gerçek aşka ulaşması imkansızdır. Bu tip insanlara sadece aşık olduklarını sanırlar ama gerçekte yaşadıkları bu durum aşk değildir. Herşeyden önce aşkın bir bağlılık olduğunu düşünenler hata yaparlar. Aşkın insanları özgür kılması lazım. Sahiplenmek ise aşka vurulacak en büyük darbedir. Eğer sevdiğiniz insanı sahipleniyorsanız onu kendi malınız gibi görüyorsanız bu aşk değildir.
Aşk karşıdaki insana özgürce sevebilme duygusudur. Egolardan sıyrılıp karşıdakini olduğu gibi kabul edip sevebilme sanatıdır. Eğer aşk bir insana bağlılığa dönüşürse işte o zaman bu ilişki boyutuna geçer ve olay çirkinleşmeye başlar. Eğer bir insanı seviyorsan onun kanatlarını kırmayacaksın onun özgürce uçmasına yardımcı olacaksın işte gerçek sevgi böyle olmalıdır. Ama zamanımızda maalesef bırakın sevdiğimiz insana kanat takmayı onun mevcut kanatlarını da elinden alıyoruz.
Aşk biyolojik bir ihtiyaç değildir, aşk ruhsal bir ihtiyaçtır çok daha derinlerde gizli olan ve dünyada çok az insanın gerçek anlamda tecrübe ettiği kutsal bir duygu halidir. Aşk karşılık beklemeden koşulsuz bir şekilde karşıdaki insanı sevmektir. Eğer koşullara bağlanırsa artık orada aşk değil çıkar ve ego vardır. Egonun olduğu yerde gerçek aşk barınamaz. Egosuzluk durumunda ancak gerçek bir aşk vücut bulabilir. Aksi halde orada gerçek bir aşktan söz etmek imkansızdır.
Aşkın tutku ile karıştırılmaması lazım sizler genelde tutkuyu aşk sanıyorsunuz oysa tutku farklı bir duygudur. Gerçek aşkta hayal kırıklıkları olamaz çünkü gerçek bir aşkın içinde karışıklı beklenti yoktur. Beklentinin olmadığı yerde hayal kırıklığı da oluşamaz. Fakat pek çoğunuz aşk yaşadığını sanırken hep bir beklenti içinde olursunuz işte düşülen yanlış durum budur. Beklenti aşkı kirletir.
Aşk insan hayatının en önemli deneyimidir eğer bir insan aşkı gerçek anlamda deneyimleme şansına sahip olmamışsa bu insanın hayatı bildiği söylenemez. Hepimiz bu dünyaya sevmek ve sevilmek için geldik o halde karşımızdaki insanları gerçekten sevmeye başlamadan evvel önce kendimizi tanıyalım önce kendimizi sevelim daha sonra karşıdaki zaten bizim sevgimizde ki gücü hissedecektir."
Edebiyat dersini beraber işlediğimiz Nurhan hocanın öğleden sonraki derste okuduğu satırlar hala aklımın bir köşesinde dolanıyordu.Aslında bunun en açıklayıcı sebebi en yakın arkadaş sıfatına uydurduğum Gece'nin durmadan telefonuna kaydettiği bu satırları okumasıydı.O aşka bağlı bir insandı,hatta kendisini bir gün gerçek aşkını bulacağına bile inandırmıştı.Hatta buna o kadar inanıyordu ki kendini o tamamen kandırmacalar ile dolu olan filmlere,kitaplara bağlıyordu.Bu...Saçmaydı.En azından henüz 18'inde olan lise öğrencisi bir kız için.İnsanların bu yaşta uğraştıkları daha büyük sorunlar vardı.
Uzaklarda bir yerlerde 18 yaşında olan bir kız okumak istemesine rağmen para uğruna babası tarafından zorla evlendiriliyordu.
Başka birinin ölümcül bir hastalığı vardı ve yaşayacak çok az zamanının kaldığını öğreniyordu.
Biri üniversite parasını çıkarabilmek için işten işe koşuyordu,diğeri hasta annesine bakıyordu,bir başkası yürüyemediği için evden dışarı bile çıkamıyordu.
Bazıları da fahişe pazarlayan bir babanın kızı olarak hayatına devam etmek istemediği için çaba sarf ediyordu.
Düşüncelere dalmış bir haldeyken ineceğim dura çoktan geldiğimi fark ettim ve hemen sırt çantamı kaparak oturduğum yerden fırladım.Cam kenarında olduğum için hemen yanı başımda oturan teyzeyi birazcık ezmek zorunda kalmıştım fakat elimden gelen bir şey yoktu.Ben otobüsten indiğimde o arkamdan söylenmeye başlamıştı zaten.
Bakışlarım gökyüzüne değdi. Gökyüzünün hüzne bulandığı,acının kırıntılarını dünyanın en içinde yaşadığımız bir sabaha uyanmış gibiydi insanlık.Mavi,pembe,kırmızı,turuncu,yeşil,sarı..Usta bir ressamın eşsiz bir tablosunda birleşip en kirli rengi,beyazı oluşturmuş gibiydi.Siyah mı? Siyah ise bir köşeye pervasızca atılmış ve umursanmadan üzerine basılıp geçilmişti. Hayat denen kavramı anlatacak olsam bu kelimeleri kullanırdım sadece.Yüz defa da sorsalar,bin defa da sorsalar yine aynı cevabı verirdim.Hayat buydu işte.Bizim oynadığımız tek perdelik bir sahne falan değildi.Hayat ölümün ta kendisiydi.
"Masa 3'e bir filtre kahve ve bir limonlu cheesecake lütfen."
Peter'in komutu kulaklarıma ulaştığında tezgahı sildiğim bezi bir kenara iteledim ve karton bardaklardan bir tane alarak filtre kahve makinesine ilerledim.Haznesini kontrol ettiğimde boş görünüyordu fakat yine de birkaç bardaklık kahve kurtarabilirdim.Henüz yarım saat önce yapmış olmama rağmen kahve bitmişti ki bu da dükkanın bugün her zamankinden daha kalabalık olduğunu gösteriyordu.
Kahve tamamen dolduktan sonra karton bardağın kutusunu kapattım ve tatlıların tabakla bulunduğu cam fanusun içinden bir dilim limonlu cheeseke alarak,çatal ve peçeteyle birlikte tepsiye yerleştirdim.
"Masa 3'ün siparişi hazır."
"Geliyorum." Peter'in cevabıyla eş zamanlı bir şekilde dükkanın kapısı açılmış ve kapının üzerindeki zil çınlamıştı.Dondurucu soğuk yavaş yavaş içeri doğru süzerken şapkası kaymış,saçı başı dağılmış ve sırtındaki çantasını tutmakta zorlanan esmer bir kız içeri girmişti.Kızaran minik burnunu ovalıyor,bir yandan da kendi kendine söyleniyordu.Bu Mia'ydı.
Saniyeler içerisinde eşyalarını kenardaki masalardan birine fırlattı ve soğuktan üşüdüğünü düşündüğüm ellerini birbirine ovuşturarak hızla tezgahın arkasına girdi.
"Yüce İsa aşkına! Daha önce hiç bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum.Bir an yürürken güzel kıçımın buz tutacağını zannettim."
Gülmemek için kendimi zor tuttum fakat elimde değildi.Mia Brezilyalı bir kızdı.Ve bilirsiniz Brezilyalı insanlar sıcağı,güneşi,kumu severler.Fakat Kanada'da özellikle Kanada'nın soğuk bir kasabasında yaşıyorsanız hayat kış aylarında sizin için birazcık çekilmez olabilir.
"Havanın soğuk olması bir bakımdan iyi aslında,dükkandaki satışlar oldukça iyi bugün."dedim az önce elimden fırlattığım bezi alıp tezgahı silmeye devam ederken.Mia da arkadaki önlüklerden birine üzerine geçirirken bana cevap verdi.
"Eğer bu kahve dükkanının sahibi ben olsaydım bu fikrine katılabilirdim hayatım,fakat ben sadece burada bir eleman olarak süründüğüm için bu fikrine katılmıyorum.Bu sadece Bob'un işine yarıyor."
"Yapma ama,"dedim ona imalı bir bakış atarken.Bu sırada gözüm duvardaki büyük saate takılmıştı.Saat'in beş olmasına yalnızca on dakika vardı.Birazdan benim mesaim bitecek ve Mia'nın mesaisi başlayacaktı."Bob bizim babamız gibidir,bunu sende biliyorsun.O olmasaydı şuan sokakta yaşıyor olabilirdik."
"Biliyorum elbette LH.Sadece takılıyorum sana. "
LH.Bu Mia ve Peter'in benim için taktıkları bir kısaltmaydı.Adımın baş harfleri.Lara Hailey. Genelde insanlar bana Hailey derdi fakat bazen ilk ismimi de kullanabiliyorlardı.O ikisi üşendikleri için böyle bir şey yaratmışlardı ve kendi aramızda bana böyle sesleniyorlardı.
Mesai vaktim dolana kadar masalardaki boşları alıp,kirli tabakları makineye yerleştirmiştim.Biraz daha kalıp Mia'ya yardım etmek istemiştim fakat o çok aç olduğunu ve evde yiyecek hiçbir şey olmadığını söyleyerek yemek pişirmem için beni eve kovmuştu.Kelimenin tam anlamıyla.
Mia ile kaldığımız ev kahve dükkanının hemen 2 sokak arkasındaydı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
STİTCHES
Teen Fiction"You'll never be alone." "How will this be, Mom?" She smiled. "Your star will never leave you alone."