Tenimi yakan yaz habercisi sıcak güneş ışınları, pembelikleriyle insanı büyüleyen kiraz ağacı çiçekleri, beyaz gömleğimin kollarını hareketlendiren ılık rüzgar, şu çeşmenin kenarında kendini elleyen dayı...
Ne? Yoluma devam ettim, şu siktiğimin semtinde sanatçı ruhlu bir insan bile olmak zordu. Her gün şu dayılardan süt gibi bembeyaz, tam yağlı süzme peynir gibi yumuşacık tenimi korumak için götümü yırtıyordum, tertemiz bir rahibe gibi olmak benim suçum değildi.
Evet, ben Kim Hongjoong. Japonya'daki Kirari Güzel Sanatlar Lisesi'nde okuyor olsaydınız ismimi mutlaka bilirdiniz. Her gün peşimde dolanan onca kızdan kaçmak için o kadar çabalıyorum ki... Ah herneyse, okuluma vardım.
içeri girer girmez kafama boş bir kola kutusu yememle şaşırdım ve etrafıma baktım, hangi cüretkar yapmıştı bunu? Bana? Kim Hongjoong'a?
Bana doğru yürüyen Park Seonghwa'yı gördüğümde yutkundum, o atmış olmalıydı. Yumruklarımı sıktım, ağzımı açtım,
Ve koşmaya başladım.
Siktiğimin mutant Park Seonghwa'sına karşı koyamazdım.
Okulun arka girişinden girdikten sonra ikinci katta olan sınıfımıza çıktım, erken gelmiş olmalıydım çünkü sınıf henüz boştu, arka sırada oturan Jung Wooyoung dışında.
Beyaz perdeler rüzgardan dolayı uçuşurken keskin bakışlarını bana yöneltti, ona doğru yüzümde hiçbir ifade olmaksızın yürürken adım seslerim kulaklarımda yankılanıyordu.
Sonunda yanına vardım, ve ona sarıldım. Şerefsiz bir hafta boyunca hasta olduğu için okula gelmemişti, bu sürede onu 3 kez ziyaret etmiş ve sevdiği yiyeceklerden götürmüştüm. O benim bu okuldaki en yakın arkadaşımdı.
"Gelirken birşey mi oldu? Nefes nefesesin."
"Birşey olmadı ya, Seonghwa'yla günlük mesaimiz işte."
"Abi o manyak seni taciz ediyor mu hala ya, çoktan bırakır diye düşünmüştüm. Öküz gibi olmasa gidip payını verirdim de biliyorsun işte."
"Yaa bilmez miyim Wooyoung, zıplaya zıplaya vururdun."
Wooyoung bana süt kutusuyla vururken duyduğumuz adım sesleriyle kapıya döndük, San gelmişti.
Wooyoung'a döndüm ve San'ı görünce yüzünde oluşan mutluluğa baktım. Sevdiği çocuğu bir hafta boyunca görmemişti tabii, özlemiş olmalıydı.
Wooyoung çok sıcakkanlı ve sevecen, ayrıca da çok aptal bir çocuktu. Bu aptallığı onu şirin yapıyordu tabii bence ama, San ise tam tersiydi. Gerekmedikçe pek konuşmazdı, soğuktu insanlara karşı bu yüzden ona yaklaşmaya çalışan çoğu erkek veya kız farketmez onun yanından dönerlerken yüzlerinde oluşan hüsranı farketmemek imkansız olurdu. Ayrıca derslerinde de çok başarılıydı, denemelerde hep okulun 2.si olurdu.
Böyle birine tutulmuştu işte Wooyoung.
Ama çocukluktan olan bağlantılarından mı bilinmez, San Wooyoung yanına gittiğinde onu kovmuyor, hatta konuşuyordu. Birkaç kez eve birlikte döndükleri de olmuştu. İlk döndükleri gece Wooyoung'un kızlar gecesi yapıp saatlerce anlatmasını hala unutamıyorum, o eşşek yüzünden ertesi gün sınavımdan düşük almıştım. Neden erkekler değil de kızlar gecesi olduğunu ben de bilmiyorum.
Bay Gue Sung'un dersi başladığı gibi bitmişti, herif o kadar eğlenceliydi ki Japon edebiyatını sevmemin tek sebebi o adamdı. Öğle arasında Wooyoung San ile birlikte olduğu için kantine tek gitmek zorunda kaldım, kendime muzlu süt ve sandviç alıp yumulacaktım.
Köşeye döndüğüm an birinin kolları arasına sıkıştığım ana kadar ki düşüncelerim bunlardı tabii.
Ayy merhabaaa
Hong'un kaçarken okul kamerasına yakalanan görüntüsü
💗
ŞİMDİ OKUDUĞUN
music band ☆ seongjoong
Fanfiction19 Days'den ilham alınarak yazılmıştır! iki salak ve iki ne olduğu anlaşılmaz dört gencin hikayesi. Küfür içerir. Çoğunlukla düz yazı + texting Yan ship: woosan 29.01.23 - ?