“Konuşmak mı daha iyidir ölmek mi?”
Ölmek. Ağızımdan bir şelale gibi akan kanın arasından hiçbir söz söyleyememek. Kalan son canım ile aklımdakileri hiçbir yere dökmemenin mutluluğu ile ölmek. Susmak. Sonsuza kadar susup unutulmak. Sonsuzluğun bile beni unutması. Tek kelime etmek yerine ölmek en büyük dileğimdir.Hayatımın çoğu ânında tek kelime etmemeyi tercih etmişimdir. Ağzımdakiler bir bıçak keskiniliğinde değildi. Tam tersine bir zehir gibi çıkar ağzımdakiler. Tek seferde halletmez. Veya bir iki darbede. Yavaş yavaş kana karışıp sizi yakıp yıkar. Kırılır insanlar, tuz buz olmalarının acısı size gelir. Yine de pişman olmazsınız. Susmak sizin yapabildiğiniz tek bencilliktir. Benim de yapabileceğin ilk ve son.
Ağzımda kelimelerin küflendiğini hissederim bazen. Kokusu o kadar güçlü olur ki rüyalarımda bile alabilirim. Üzerime sinmesinden korkarım bazen, dişlerimi fırçalarken o macun kokusunun diş etlerime sinmesi için dualar ederim. Dışarı çıkarken parfümü eksik etmem. Sakız çiğneyemem, o zaman küfün tadı ağzımda dokunmadığı yerlere de dokunuyormuş gibi hissederim. Kokuya alışmam gerekir, bilirim. Ama bu öyle bir koku ki insanları kalbinizdeki yerden çıkartır. İnsanlar kalbinizi anahtarları ile kitlerken kanın damlayışını saniye saniye duyarsınız. Bazıları anahtarı daha da saplar. O kokunun intikamı alınabilirmiş gibi güçlerinin hepsini kullanırlar. Sonra da çekip giderler. Yaptıkları hasarın düşünülenden daha hızlı kapandığını söylemek kendimi bir düşman gibi hissettiriyor.
Bazen kelimelerimi oka benzetirim. Rüzgarın yönü çok yanlış yerlere çeker. Bazen bu etkiden yanlış yerlere saplanır. Hedefin aşağısında kalır, bazen yukarısına gider. Bazen de tam ortadan vurur ama bunun iyiliği ve kötülüğü muammadır. Yamuk gidip vurmuş olabilir. Atışı yanlış yapmış olabilirsiniz. Bazen de gücünüz yetmez ve o ok yere düşer. Şu ana kadar okumu yere düşürmüşlüğüm olmadı lakin rüzgarda kaybettiğim çok fazla oldu.
Kelimelerimi bir yemek gibi hissettiğim de olur arada sırada. Ağzımda gidip gelen. Zevkime uyan ve uymayan. Kusup sistemimden atmak istediklerim veya sonsuza kadar benimle kalmasını istediklerim olur. Midemde erimeleri beni duruma göre bozar. Bazen eriyemezler ve hoş sonuçlar doğurmaz. Yemek yemeyi pek sevmem. Aynı konuşmayı sevmediğim gibi.
Peki bu ölüm nasıl bir ölüm? Ağzımı ipler ile sardığım bir ölüm mü? İğne iplik ile dikip kendimi camdan bıraktığım? Sularda boğulduğum, tuzu ciğerlerimde hissedip kendimi zorla susturduğum bir ölüm mü? Bu ölüm öyle bir ölüm ki yaşarken öldürüyor. Ağzınıda taşlar birikip dişlerinizin yerini alıyor bazen. Tabii taşlar aşıyor rakamı, boğazınızdan iniyor. Yavaş yavaş nefes alamıyorsunuz. Bazılarını kabulleniyorsunuz. Bazılarını ise söylemek isteyip söyleyemiyorsunuz. Haykırmak isteyip en son ne zaman bağırdığınızı hatırlayamıyorsunuz. Ses tellerinizdeki titreşime bile sağır hâle geliyorsunuz. Konuşurken sesinizi hissedemiyorsunuz. Bazen de hissettiğinizde kendinizi duymak istemiyorsunuz.
Konuşsam ne olurdu? Konuşsam kelimelerin uçsuz bucaksız denizinde boğulurdum. Gözler tamamen üzerimde olur, ağzımın her hareketi çizilerek kaydedilirdi. Nefes alış verişlerim sayılır, o gözler beni yavaş yavaş terk ederdi. Bir bir giderleri yanımdan gece, gündüz, tutulma, ikindi, gelgit demeden. Mekan, zaman bilmeden terk ederlerdi beni. Sonunda yine kendime kalırdım. Dilimden akan bir kan, bomboş hisseden bir yürek. Hafiflik diye hayal ettiğim hafiflik daha da ağır gelirdi. İşte bu yüzden ölmek. Öyle bir ölmek ki biriken kelimelerimden bir ağaç meydana gelip en azından insanlara bir gölge olsun.
Konuşup dünyayı yakmak yerine kendi kendine kül olmuş bir ağaç olmayı tercih ederim.
—izia.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IS IT BETTER TO SPEAK OR TO DIE ?
RandomThere's things I wanna say to you but I'll just let you live