1.

27 5 27
                                    

Adımlarım yavaş ve uyuşuk, her zamanki gibi. Altıncı psikiyatrimin son seansından eve dönüyorum. Ben bir aleksitimi hastayım ve henüz beni tedavi eden biri çıkmadı. Abim Demir'de şizofreni hastasıydı ve intihar etti. İntihar etmesine sevdiği kız Zeynep'de sebep oldu biraz. Zeynep, Demir ile oyun oynadı diyebilirim. Demir'in hislerini beş paralık yaptı. Bunlara rağmen sessiz ve sakinim. Ailem yok. Hiç bir zaman olmadı. Annem kaçtı. Babam terk etti. Nerede ne halt ediyorlar bilmiyorum, umrumda da değil. Ben tek kaldım bu lanet bataklıkta. "Hayat bir lanet, duygular ise bataklık" derdi Demir. Bizde o batalıkta batan zavallı insanlarız. Lanetli bir bataklık... O bataklıktan çıkmak isteriz, bazen çıktığımızı zannederiz ama çıkamadan battığımızı farketmemiz zaman alır ya da hiç farketmeden toprak olur gideriz. "Benim yaptığım hatayı yapma Türkan. Duygularının seni yönetmesine izin verme." demişti intihar mektubunda. Onun öldüğüne ağlayamadım bile. Demir beni duygusuz, ruhsuz, kalpsiz olarak büyüttü. Belki de bu yüzden bu şizofreni hastasıyım bilemem ki...

Ben Türkan Zorlular. Henüz 22 yaşındayım. Belki yolun başındayım belki de sonundayım, kim bilir?

Eve geldim; botlarımı, montumu çıkardım. Banyoya doğru ilerledim. Buz gibi suyu açtım ve yüzüme çarptım. Geçecek diyordum içimden. Geçecek Türkan. Normal bir hayat yaşayacaksın. Bunları atlatabilirsin diyordum içimden. Kendime acıyordum. Böylesine güçsüz olduğum için, böylesine gereksiz umut kurduğum için. Hayır diyordu iç sesim. Sen normal bir hayat yaşamak için fazla battın o bataklıkta. Çok geç Türkan, diyordu iç sesim. Soğuk suyu yüzüme çarptım yine. Yetmiyordu. Üstümü çıkarma zahmetine girmeden soğuk suyun altına girdim. Duşakabinin içinde, buz gibi suyun altında oturdum. Kurtulmak istedim; kendimden, düşüncelerimden, ruhumdan, bataklıktan...

Bir süre buz gibi suyun altında durdum. Bedenim artık soğuğu hissetmiyordu, uyuşmuştu. Suyu kapattım, ayağa kalktım ve havluya sardım kendimi. Yavaş adımlarla banyodan çıktım, odama doğru ilerledim. Boy aynamda kendime baktım. Solmuştum. Bembeyaz olmuş tenim, kıpkırmızı olmuş gözlerim, mosmor olmuş göz altlarımla masallardaki vampirlere benziyordum. Uykusuzdum. Uyuyamıyordum. Uyusam bile sadece yarım saat uyuyabiliyordum. Kabus görüyordum. Kabuslarımda genellikle bedenimi yılanlar sarıyor, bedenimi zehirleriyle eritiyorlardı. Karşımda Demir vardı hep ve "savaşmalısın Türkan, acıyı hissetmemelisin. Duygularını yen." diyordu. Duygularımı geri kazanmak istediğimde özellikle bu tarz kabuslar görüyordum. Demir'i çok seviyordum lakin bana zarar verdiğininde farkındaydım. İlaç kullanıyordum hiçbir faydası yoktu. Bedenim oldukça zayıflamıştı. Yemek yiyemiyordum. Yediğimde midem kabul etmiyordu. Ölüydüm. Yaşamaya çalışan bir ölüydüm. Mezarım yoktu ama üstümde toprak vardı.

Üzerimi çıkardım yavaş bir şekilde, dolabımdan siyah pijama takımımı ve siyah iç çamaşırlarımı çıkardım. Giyindim usulca. En ufak dokunuşumda canım yanacakmışçasına -ruhen canımın yanacak yeri kalmamasına rağmen- usulca ve yavaş bir şekilde hareket ediyordum. Tekrar aynanın karşısına geçtim. Saçlarıma baktım. Yıpranmış, kırıkları olan yamuk saçlarıma baktım. Omuz hizamdaydı saçlarım. Kahverengi güzel saçlarım. Taradım yine usulca. Tüm karışıklarını açtım. Düzeltim ellerimle. Düzledim tarağımla, makas aldım elime. Boyun hizamda kesecektim. Yamuk olması umrumda değildi. Uzun saç sevmezdi Demir. Hep boyun hizamda kalsın isterdi. Demir'e göre uzun saç mutluluğun, canlılığın sembolüydü. Beni mutsuz, yaşama hevesi kalmayan, ölü bir kız olduğuma inandırdı, bende inandım. Öyleydim. Yaşayan bir ölüydüm aksini iddia edemem. Hızlıca kestim saçlarımı. Saçlarımı kesmek her ne kadar canımı yaksa da alışkanlık haline gelmişti bende. Sanki Demir uzattığımı görecekti ve neden uzattın diye bağıra bağıra saçlarımı çekerek 4 numaraya kesecekti saçlarımı. Traş makinesiyle girerdi saçlarıma, kazıdığı bile olurdu. Küçücük bir çocukken -sanırım daha ilkokula gidiyordum.- sınıftaki kızların saçları çok güzeldi. Uzun saçları vardı çoğunun. Renkli tokalar takıp süslerlerdi saçlarını. Özeniyordum bende çocuğum ya daha... Okuldan eve giderken toka almıştım az bir miktarda olsa harçlığım vardı ve ben yemek yemiyordum. Biriktiriyordum paramı. Toka aldıktan sonra hevesli hevesli eve gittim. Saçlarımı yıkadım büyük bir hevesle taradım onları. Boyun hizama geliyorlardı. Kuruttum kıkırdayarak. Demir evde değildi. Tekrar taradım, iki yana ayırdım saçlarımı. Aldığım tokaları taktım saçıma. Dolabımda genelde koyu renklerle kıyafet vardı. Bir tane pembe takımım vardı. Demir'e yalvararak aldırmıştım onu. Hiç giyememiştim. Hevesle çıkardım onu dolabımdan bir güzel giydim. İlk defa o gün ödev yaptım. Ödevlerimi bitirdikten sonra etrafı topladım, Demir'i bekliyordum. Çok güzel olmuştum çünkü.. Beni seveceğinden emindim bu kez. Bir kaç saat sonra Demir geldi. İçmişti. Kokuyordu, biliyordum bu kokuyu. Eve girdi "Türkan, neredesin?" diye bağırdı. "Buradayım abi, hoşgeldin." dedim sevecenlikle. Karşısına çıktım. "Ne bu hal!?" diye kükredi üzerime. "Okulda arkadaşlarım böyle giyiniyor merak ettim bende evde giydim. Merak etme dışarda giymem." demeye kalmadan tokaları söktü hızla saçlarımdan. Abi yapma diyordum. Ağlıyordum çünkü canım yanıyordu. Ruhum kanıyordu. Tokalar saçımdan söküldükçe saçlarımda yolunuyordu. Emek vererek, heves ederek yaptığım saçlarımdan eser kalmamış, dağılmıştı. Bunu bana canımdan çok sevdiğim abim yapmıştı. "Sen onlar gibi olamazsın." diyordu. "Senin duyguların yok. Sen bir çocuk değilsin asla olmayacaksın." diye bağırıyordu. Ben o günden sonra asla eskisi gibi olamadım. İstedim olamadım. Kıyafetlerimi yırtmıştı. Yırtmasa bile bir daha giymezdim zaten. Yırttığı kıyafetlerimi, tokalarımı yakmıştı gözümün yaşına bile bakmadan. Banyoya götürmüştü beni saçlarımı kazımıştı. Ciğerlerim çıkana kadar ağlamıştım. Boğazım yırtılana kadar bağırmıştım ama sesimi kimseler duymamıştı.

Benim duygularımı, çocukluğumu kaybedişim, canlılığımı kaybedişim o olaydan sonra olmuştu. Ne ben toparlanabildim ne de ruhum. Ruhum bedenimden çoktan çıkmıştı benim bile haberim olmadan... Kimse beni iyileştiremezdi. Ruhumun yaralarını saramazdı. Buna adım kadar emindim...


Selamlarr! Y.A'nın ilk bölümünü de okumuş oldunuz... Siz bölümü okurken bende Instagram'a bu bölümle ilgili post ve reels atacağım... Y.A bizlerin yarasını saracak. Ruhumuzu iyileştirecek. Buna inanarak yazıyorum bu kurguyu...
Arkadaşlarınıza önerin onlarda okusun...

Yorum yazmayı ve vote atmayı unutmayın canlarr!!
Bir sonraki bölümün ne zaman geleceğini size duyururum..

Haftaya Meçhul'un 2. Bölümünde görüşmek üzereee!

Instagram | sumi.yiyi / sumininkurgularii

Yıldızların ArasındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin