cover me in roses.

52 2 8
                                    

uzun yıllar beri kıyıda köşede bir sızı vardı. bir soluk ardından hep, kırık bir ses, çatladığı yerden dağılmış, çocukça ve uğultulu. boğuk ve sinik, anlaşılması güç. birkaç parmak çarpıyor, gürültü ufacık fakat ritim içten. bir yağmur yağıyor sanki, soğuk sular var akıntıda. camların buğusunda çizili kalpler. yüreğinde yeni bir parça taşımanın hazzıyla... duraksıyor, ağır bir yük bu, farkında. gizlemeli ve ürkmeli. öyle de yapıyor. korkaktır kendisi. fazlasıyla. farkında. kelimelerinin devamı gelmez, kör bir zihin. ufacık. neydi ufak olan? bahsi neyden açmıştı? karmaşa olduğunun kanıtı. üzülür buna bazen.

genç kızın mesela, gözlerini alamadığı o genç kızın dingin bir hâli vardır. sanki tutsan ellerini sıcacık olur, parmak uçlarından yıldız tozu bulaşır olur. uzun uzun beyaz elbiseler dikilir uğruna, çiçekler saçlarında filizlenir, bir kök ki salınır göz pınarlarından dökülür ve çoğalır. durgun bir nehir, kenarlarında kar zambakları. suları ılık, şırıltısı yüreğinde. yüreğinin bu sakinliğe tutulması şaşılmaz, ama acır mı onun bu hâllerine? acınır mı bu utanmazlığına? korkmaz mı yanmaktan diri diri etlerinin acısını göğsünün yükünü taşımaktan? dizleri her daim böyle şiddetli titrerken, bedeni kocaman dalgalara tutulmuşçasına bir ileri bir geri devinirken farkında olur muydu?

sesinin kıyısında dinlendiğini bilseydi, dudaklarında yer edinen tebessümünü sakınır mıydı ondan? yüreğindeki sarsıntıların bizzat varlığıyla zambakların beyazıyla boyandığının farkına varsaydı kaçınır mıydı kendisinden?

bir tutam yapraklar arasında geziniyordu elleri. bir papatyanın çoğuluyla yan yanaydı, saplar bir arada ve dimdikti. korkusuzca yükseliyordu göğe, bir göğün altında binlerce taç yapraklarıyla usul usul süzülüyorlardı. papatyaların yeşerdiği yerden kabaran toprağı eşeledi, tırnaklarının arasına doluşan kahverengi rengini ve göğün usul usul saçlarında gezdirdiği hafif maviyi duyumsadı. gördü tüm bunları, yüreği kıpır kıpır dalgalanıyordu çünkü. fazlasıyla gürültülüydü yaşam ondan sonra, nefesleri çarpık çarpık olsa da anlam getirmezdi ciğerlerine. şimdiyse korkunun ve diğer tüm duygunun altında henüz ışıyan bir sevgiyi doğurdu, tomurcuk gibi teninde açtı ve kapıldı rüzgarına.

genç kızın tonu öylesine hafifti ki kimi zamanlar varlığını anımsamasa da o ufak yel durmadan esiyordu. yaz esintisi kadar ferah ve dingin kılıklı.

tam bu noktada durgun göğün altındaydı. şimdilik çoğu şeyden uzakta hissediyor, zihninin ne ile meşgul olduğunun farkında bile değildi. elini taş zemindeki turuncu kabuklara uzattı. güneş yüzünden kabuklar azıcık kuruyarak içlerine doğru büzülmüşlerdi. hizalarını öylesine düzeltip uğraştı. diğer elinde tuttuğu mandalinayı ucundan emip tatlı sıvıyı içti. az evvel topuğuyla kırdığı ceviz kabuklarından kavisli olanını yanına çekti, mandalinayı ezerek suyunun kabuğun içerisine akıttı. zemine damlayan soluk turuncu lekelere uzun uzun baktı.

duygularından bahsederken her daim durgunlaşıyordu çünkü kendisi de yabancıydı onlara. öncelikle kendi kendini dinleyip hikâyeyi öğrenmesi gerekiyordu. bir çizgi çizerek anlatamazdı kendini ve derinlerdekini, kocaman bir düğüm de olmazdı mesela. dile gelip konuştuğu da oluyordu. belki bir resimle anlatılabilirdi kelimeler, renklerle akıtabilirdi birtakım şeyleri.

yan yana dizdiği mandalina kabuklarına ceviz kabuklarını ekleyip bir kız figürü oluşturabilirdi. saçlarını ince damarları ardı ardına ekleyip uzatabilir, eteğinin süzülüşünü kocaman kopardığı bir turunculukla hissettirebilirdi.

bu duygular ağzında hissettiği gibi şeker tadındaydı elbette fakat bir yanı vardı ki bu şekerin cevizin acısıyla bir olup dilinde kabarcıklar oluşturması gibi yakabiliyordu. belki de sevginin kökeninden tutup kendi tecrübelerine kadar düşünüşünün sebebi tüm bunları göz ardı etmesindendi. sorun değildi onun için, yersiz endişelerin insanı olabilirdi fakat bunlar şimdilik uçup gitse ve göğün mavisinde boğulsa, kendi göğünde bir renk cümbüşü yaşasa ve nefeslerine düşlediği bir cennetin solukları karışsa ufacık kalırdı her şey.

yok yok, diye düşündü. gelinciklerin tepesine çiçekler kondurmalıyım, çiçeklerden taçlar... bir rengi doldurayım düşlerimle.

tabii bir köşeye çekilip düşünmekten öte, bir de duyguların göl olup biriktiği o noktada denk düşmek de vardı. gözlerden bahsediyordu elbette. usul usul salınan bir sandalın göle düşen gölgesiydi. bir avuç bulutun midesine inişi gibi hafif fakat soğuktu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 18, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

apocalypseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin