Bölüm 27: -Tutsak- 2. Hafta

18 8 21
                                    

Onur'un kafasından akan kanlar parke zemini kırmızıya boyuyordu. Güçlü kollar beni yatağımdan kaldırıp kucağına aldı.

"Geçti Miray. Geçti güzelim."

Arkadan vuran ışık hüzmesi yüzünü karaltı içinde bırakıyordu. Ama onun kim olduğunu biliyordum.

"Romeo?" Gözlerimi kırpıştırdım. Elimi yüzüne uzatıp dokunmaya çalıştım fakat başaramadım.

"Evet, Pixie. Benim." Kocaman gülümsedi. "Romeo'n."

Ona dokunabilmek, yüzünü az da görebilmek için uzandım. Ben yaklaştıkça o uzaklaşıyordu. Sesi çok uzaklardan gelmeye başladı.

"Romeo?" Kan ter içinde uyandığımda karşımda Onur, her zamanki gibi gözlerini bana dikmiş oturuyordu.

"Rüya görüyordun herhalde?"

Tava olayının üzerinden 5 gün geçmişti ve ilk iki gün gerçekten hiçbir şey yememiştim. Ertesi gün önüme getirdiği çeşit çeşit yemeği ise ben kabul etmedim. Sonrasında böyle bir tribin böyle bir durum için aşırı gereksiz olduğunu fark ettim ve gücümü toparlayabilmek adına ne bulduysam yedim. Hatta çocuğun ocağına incir ağacı diktim diyebilirim. 7 aylık hamile gibi canım ne isterse aldırdım. Özellikle farklı yerlerden farklı şeyler istedim ve Onur siparişi verdikten kaç dakika sonra kapının çalındığına dikkat kesildim. O asla dışarı çıkmıyor, her şeyi telefonla hallediyordu. Birinden yardım almadığını düşünüyordum. Yalnızca pizzacıyı arıyor ve büyük boy karışık pizza söyleyip kapatıyordu. Ev adresini de söyleseydi ekmeğime yağ sürerdi ama nerede olduğumu asla bilemiyordum. Tek bildiğim şey şehir merkezine yakın bir yerde olduğumuzdu. Hatta belki de tam göbeğinde.

Mükemmel bir rüyadan uyandığım o gün, aklıma öyle bir fikir geldi ki şeytan duysa ayakta alkışlardı. Gerçi bu fikir, silahını dikkatsizce ortalığa bıraktığını fark ettiğimde kendiliğinden gelmişti. Eğer planımı hayata geçirmek istiyorsam zamanlamayı çok iyi ayarlamalıydım. Onur'a regl ağrısından ölüyormuşum gibi davranıp tüm gün sızlandım. Bir sürü şey isteyip onu yordum ve kafasını olabildiğince bulandırdım.

"Tamam Miraycığım. Artık gidip yemek hazırlayabilir miyim?"

"Ahh! Karnım çok ağrıyor. Onur, sıcak su torbası nerede? Bak aklıma ne geldi. Geçen yaz sizin oralardayken..." Saatlerce durmadan konuşmuş, ağrıdan şikayet edip Onur'un yanımda kalmasını sağlamıştım. Hal böyle olunca benim tuvaletimi kullanmak zorunda kalmıştı. Ve geri döndüğünde belinde silahının olmadığını fark etmiştim. İşte şimdi tam sırasıydı.

"Onur." En tatlı sesimle, yattığım yerden ona baktım. Çarşafı boynuma kadar çekmiş, hasta numarası yapıyordum. Efendim dercesine yüzüme baktı.

"Bugün seni çok yordum, özür dilerim." Tepkisini ölmek için birkaç saniye bekledim. Yorgun bir gülümsemeyle sorun olmadığını söyledi.

"Ne yapayım? Böyle nazlı, narin bir kız olmayı ben seçmedim."

"Seninle yüz yıl böyle yaşasam yine de sıkılmam. Sen merak etme."

Yine gülümsedi. Gülümsemekten asla vazgeçmiyordu fakat bu tatlı suratın arkasında kim bilir nasıl bir psikopat vardı. Bana henüz hiçbir şey yapmamış olması bundan sonra da yapmayacağı anlamına gelmiyordu. Bu yüzden elimi olabildiğince çabuk tutup buradan kurtulmalıydım. Tatlı sesimi kullanıp uykusunu getirmek ve biraz da Romeo'dan güç alabilmek için ona kitap okumayı teklif ettim.

"Özür maiyetinde yani. Lütfen? Hem, hep erkek arkadaşıma kitap okumak istemiştim."

Bu cümlem bitirici darbeyi vurdu ve Onur elinde Romeo ve Juliet kitabıyla yanımda belirdi. İnce bir kitap olduğu için onu baştan sona, hikayenin içine girerek ve buradan biraz da olsa uzaklaşabilmek adına hissederek okudum. Saatler gece 1'i gösterirken Onur'un iyiden iyiye uykusu gelmişti. Bazen kitap okumak ninni söylemekten daha çok işe yarayabiliyordu. Planımı uygulamanın tam vaktiydi.

"Onur, ben çok acıktım. Şu 24 saat açık olan kebapçıdan sipariş verebilir miyiz?" Onur bir rüyadan uyanmış gibi gözlerini kırpıştırdı. Dediğimi ikiletmeden telefonuna sarıldı ve "33 Kebap mı?" dedi.

İşte bu! Mersin'deydik. Yarım saat sonra kapı çaldığında, Onur beni uyandırmamak için ayak ucunda gidip kapıyı açtı. Ve arkasından kapatmadı. Hemen banyoya koşup etrafı kolaçan ettim. Silah buralarda bir yerlerde olmalıydı. Olabildiğince çabuk ve sessiz hareketlerle tüm dolapları açtım, klozetin içine bile baktım. Fazla zamanım yoktu. Bakmadığım tek bir yer kalmıştı. Gözlerimi hızla aynanın üzerindeki dolaplara çevirdim. Yüzümde sinsi bir gülümseme belirirken lavaboya tırmandım.

"Boyumun yetmeyeceğini mi düşünmüştün?" Lavaboda ayağa kalkıp dolapları açtım ve işte, silah oradaydı! Hemen elime alıp aynı sessizlikte odadan çıktım. Onur kuryeye parayı veriyordu. Arkasından sessizce dolanıp kuryeye sessiz olmasını işaret ettim ve yalvaran gözlerle genç adama baktım. Onur'un bir metre gerisinde durup silahı ona doğrulttum. Bana doğru döndüğünde kapıyı kapatmak için hamle yaptığı sırada imdat çığlığını bastım. Fakat kurye olduğu yere çivilenmiş gibiydi.

Şimdi yine kapı kapalı fakat kilitli değildi. Onur ve ben baş başaydık fakat bu kez silah bendeydi.

"Hadi, vur beni!" diye bağırdı. "Sonum senin ellerinden olacaksa buna razıyım. Senden gelecekse ölüm bile güzeldir, Miray. Durma, vur hadi!"

O kadar çok bağırıyordu ki bir an üzerime yürüdüğünü bile idrak edemedim. O an hayatımın en doğru hamlesini yaptım ve silahı şakağıma dayayıp kararlı gözlerle Onur'a baktım.

Kendi hayatı önemli olmayabilirdi fakat beni kaybetmek onun için cehennemden bile beterdi.

"Üçe kadar sayacağım ve kapıyı açıp gitmeme izin vereceksin. Yoksa beni sonsuza kadar kaybedersin."

Onur'un yüzünde anlamsız bir gülümseme belirdi.

"Bir!" Şakağımdaki soğukluk korkudan çok güven veriyordu.

"İki!" Onur hareket etmiyordu. Üç, demek için bir saniyeden daha uzun bir süre bekledim.

"Gerçekten cesursun." dediğinde ağzımı açmak üzereydim. Tam o sırada kapı gürültülü bir şekilde Onur'un üzerine yıkıldı ve yüreğim ağzıma geldi. Demek ki kurye o kadar da korkak değildi. Beni kurtarmıştı. İçeri girip Onur'un kafasına son bir darbe indirerek onu bayılttı ve ellerini arkadan kelepçeledi. Bu, bir polis miydi?

Gözlerim dolmuştu ve ellerim titriyordu. Silah elimden düşüp parke zemine çarptığında beklediğim gibi tok bir ses çıkmadı. Şimdi anlıyordum. Onur'un umursamazlığının nedenini ve silahı neden bu kadar kolay tutabildiğimi.

Silah boştu.

Karşımdaki adam temkinli adımlarla bana doğru yaklaştığında içgüdüsel olarak geri çekildim. Ellerini bana zarar vermeyecekmiş gibi teslim olurcasına havaya kaldırdı. Yavaşça kaskını çıkardığında gözlerime inanamadım.

Beni kurtarmaya gelen Rüzgar'dı.

"Rüzgar?" Birkaç saniyelik duraklamanın ardından usulca geri çekildi.

"Korkma. Artık güvendesin." Elleri hala havadaydı ve bana olabildiğince temkinli yaklaşıyordu.

Tekrar "Rüzgar." dedim. Mutluluk göz yaşlarım yanaklarımdan art arda süzülürken koşup boynuna atladım. Önce tereddüt etse de buna ihtiyacım olduğunu anladığı için bana sıkıca sarıldı ve bir kez daha kulağıma fısıldadı.

"Geçti Miray. Geçti güzelim."

Yaz RüyasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin