Bölüm 31: Sabahın 5'i

24 9 24
                                    

Medya: Çınar <3

"Instagram hesabımı sileceğim ben."

Dördümüz öğle sıcağında bahçede oturuyorduk. Alnımda boncuk boncuk terler birikmişti ve çok bunalıyordum.

"Çınar, saçmalama istersen. Binlerce takipçin var. Onlara ne diyeceksin?" Yeliz haklıydı. Sosyal medyanın parlayan yıldızı Çınar hesabını kapatırsa yüzlerce kız intihar edebilirdi.

"Neden ama?" diye sordum. Mahçup bir ifadeyle başını öne eğdi.

"Her gittiğim yeri gösterirsem tabii ki bizi kolayca bulurlar." Neyden bahsettiğini hepimiz biliyorduk. Zaten karavanla o kadar uzaklaşmışken Onur bizi nereden bulacaktı ki? Tabii ki pek değerli dostu (!) Çınar sayesinde.

"Bunu yapmana gerek yok." Sesim olabildiğince yumuşak çıkmıştı. Yanımda oturan Çınar'a sarılıp onu bu kararından vazgeçirmeye çalıştım. Ama ikna olacak gibi görünmüyordu.

"Bak," dedim gözlerimi kocaman açıp. Küçüklüğümüzde yaptığım gibi ellerimi omuzlarına koyup gözlerine baktım. "Yalnızca konum atmayı kesmen gerekiyor. Hesabını kapatmana gerek yok." Eskiden böyle yapınca korkup istediğimi yapardı fakat şimdi yalnızca gülüyordu. Elimi alıp yanıma indirdi.

"En azından bir süreliğine." Çınar'ı ciddi gördüğüm nadir zamanlardan birindeydik. Bir şeyde karar kıldığında üzerine gitmemem gerektiğini uzun zaman önce öğrenmiştim. O yüzden başka bir şey söylemedim.

"Hayranlarından tehdit mesajları aldığımız an can güvenliğimiz tehlikede demektir ve sen hesabını tekrar açacaksın. Söz mü?" Yeliz bazen akıllı olabiliyordu.

"Söz." Hafifçe tebessüm etti.

"Rüzgar, biz seninle neden takipleşmiyoruz? Adını yaz da hesabını karıştıralım biraz." Arama yerini açıp telefonumu uzattım. Geri aldığımda Yeliz ve ben ekrana bakakaldık. Sebebi ise Rüzgar'ın yalnızca 35 takipçisi olmasıydı.

"Az takipçili yakışıklı erkek." Yeliz böyle deyince onu çimdikledim. Telefonu elimden çekip tüm fotoğraflarına tek tek bakmaya başladı.

"Peçete vereyim mi? Ağzının suyu akıyor da." Yeliz'e alttan vurup yapmamasını söylüyordum ama beni dinleyen kim! Çocuğa iltifatlar edip duruyordu. Utanmasa hikayesine alev atacacaktı.

"Bu kadarı da ayıp ama.." diye fısıldarken bir fotoğraf gözüme çarpınca telefonu elime aldım. Fotoğrafta Rüzgar bir pencerenin pervazına yaslanmıştı ve arkada gökyüzü, yalnızca günün ilk saatlerinde görebileceğiniz bir güzellikle parıldıyordu. Oda loş, arkaplan göz alıcıydı. Rüzgar başını hafifçe yana çevirmiş, dışarı bakıyordu. Düşünceliydi. Gözleri dalmıştı. O an bilerek çekilmiş bir fotoğraftan ziyade sanki bir filmden alınmış bir kesit gibiydi. Sırf çekmiş olmak için kamera açılmış gibi değil de, çekilmesi gereken bir fotoğrafmış gibi.

"Kızım takılıp kaldığın resme bak. Çocuğun yüzü gözükmüyor bile. Klasik bir gün batımı fotoğrafı işte." Elimden alıp aşağılara indi ve Rüzgar'ın çene kasının göründüğü bir fotoğrafı ağzının suyu aka aka gözüme soktu. Ama benim aklım hâlâ o fotoğraftaydı.

"O gün batımı değildi." dedim dalgınlıkla. "Günün ilk saatleriydi."

Rüzgar bana baktı ve beni onayladı. "Sabahın 5'iydi."

"Neyse," dedim bir uykudan uyanırcasına, "Seni sosyal medyadan takip etmem iyi oldu. Ankara'ya döndüğümde görüşemeyeceğiz nasılsa."

"Ben de Ankara'da yaşıyorum unuttun mu?"

Sabahın 5'i. Bu nedense bana Romeo'yu anımsattı. O günün ilk saatlerini severdi, bense gece yarılarını. Ben tatlı yaz akşamlarında renkli yaz rüyaları görürdüm; o ise her sabah gerçekliğe uyanırdı. Acaba şimdi nerede, ne yapıyordu? Beni özlüyor muydu?

"Aloo, sana diyor. Aklın nerede senin?" Çınar saçımı hafifçe çekince Rüzgar'ın benimle konuştuğunu fark ettim.

"Efendim?" Rüzgar gülümseyip ayağa kalktı.

"Hava çok sıcak değil mi? Haydi kalkın, plaja gidelim."

Eminim yüzümdeki aptal ifadeyi görünce söyleyeceği şeyden vazgeçmişti. Neyse, o an önemli olan tek şey denize girecek olmamdı ve buna her zamankinden daha çok ihtiyacım var gibi hissediyordum.

Denizde saatlerce yüzüp güzelce eğlendikten sonra şezlongda uzandık. Kocaman siyah güneş gözlüklerim ve hasır şapkamla tam bir turist gibi göründüğümü düşünüyordum. Hafifçe doğrulup dizlerimi kendime çektim ve denizi seyretmeye başladım. Dalgaların kuma her çarpışında bıraktığı iz o kadar hoşuma gidiyordu ki belki de yüz defa arka arkaya bu manzarayı seyrettim.

"Bugün kitap okumuyorsun?" Rüzgar yanıma gelip oturdu.

"Evet. Kafam karışık biraz."

"O yüzden de algılayamıyorsun."

"Şimdi öyle demeyelim de, kitap okumayı tercih etmedim diyelim."

"Kafan düşüncelerle dolup taşıyor demeyelim de dalgaları seviyorsun diyelim." Güldüm. Bu çocuğun her şeye verecek bir cevabı vardı.

"Ha, bu arada size bir şey söylemem gerekiyor."

"Söyle canım?" Yeliz yan şezlongda saçlarını örüyordu.

"Biz bu hafta Ankara'ya dönüyoruz."

"Güzel espri. Başka var mı?" Çınar, yüzüne indirdiği şapkasının altından konuşuyordu.

"Annem başıma gelenlerden sonra burada daha uzun süre kalmamamız gerektiği konusunda ısrarcı. Ne yaptıysam fikrini değiştiremedim."

Yeliz saçını örmeyi bırakıp gözlüğünü çıkardı.

"Miray, saçmalama lütfen. Yazın bitmesine neredeyse iki ay var."

"Bir buçuk..."

"Anneni ikna edebiliriz."

"Hayır Yeliz, çok denedim ama sanırım en doğrusu bu."

"Gitmek istiyorsun değil mi?" Gözleri dolmuştu ve sesi titriyordu. Yanına gitmek için ayağa kalktım ama o da ayağa kalktı ve arkasını döndü.

"Yeliz, tabii ki kalmak istiyorum ama..."

"Ama'dan sonrası hep bahanedir." Sanırım ağlıyordu. "Anneni ikna edebilirdin. İstersen kalırsın, bunu ikimiz de biliyoruz."

"Yeliz..." Ilık kumların üzerinde koşarken arkasından bakakaldım. Buradan gitmem gerekiyordu. Nedenini kendim de bilmiyordum ama sadece gitmek istiyordum. Sanki buradan gidersem Romeo'yu da unutabilirdim. Yoksa Onur yüzünden miydi? Onu bir travma haline mi getiriyordum? Bu soruların cevabı kesinlikle bendeydi fakat nerede olduklarını kendim de bilmiyordum.

Çınar yanıma gelip omzuma dokundu. Onun ne söyleyeceğini çok merak ediyordum ve Yeliz gibi davranacak diye ödüm kopuyordu. Artık boyu benden uzun olduğu için başını hafifçe eğip gözlerime baktı.

"Eğer kendini burada iyi hissetmeyeceksen gitmen en doğrusu olur. Sakın bizi burada bıraktığın için üzülme."

"Çınar!" deyip başımı ona yasladım ve istemsizce ağlamaya başladım.

"Ağlama.." Yüzümü ellerinin arasına alıp buruk bir gülümsemeyle bana baktı.

"Senden beklediğim tepki bu değildi." Alnına düşen yumuşak kahverengi saçlarını karıştırdım. "Ağlayıp küsmeni beklerdim."

"O eskidendi. Çınar artık büyüdü." Kaslarını gösterip şebeklik yapınca yanaklarımda kalan son gözyaşlarımı da silip güldüm.

"Çınar gerçekten büyümüş." Oğluna sevecenlikle bakan bir anne misali duygulandım.

"O zaman..." dedim göz ucuyla denize bakıp.

"Yüzelim mi? Sona kalan donakalır." Denize doğru koşarken gözyaşlarım tekrar akmaya başladı. Rüzgar ve Çınar arkamdan koştururken ben çoktan gözyaşlarımı tuzlu sulara karıştırmıştım bile.

Yaz RüyasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin