Medyaya, gördüğümde bana Rüzgar'ı hatırlatan birini daha koydum. Saçları falan aynısı! Keyifli okumalarr ♥
Yaklaşık beş dakika sonra kapı çaldı. Pencereden baktığımda Rüzgar bana el sallıyordu ve bu tıpkı filmlerdeki gibi hissettirdi. Birkaç saniye boyunca ona baktım. Yüzü tatlıydı, cüssesi ne çok iri ne de çok ufak tefekti. Ama en çok dikkatimi çeken şey sütlü kahve saçlarıydı. Alıcı gözle bakınca yakışıklı sayılırdı. Sesi güzeldi ve konuşması da öyle. Acaba erkek arkadaşım mıydı? Ona el sallayıp aşağı indim. Pijamalarımla olmam dışında hiçbir sorun yoktu.
"Saat henüz çok geç değil. Sen kül kedisine dönüşmeden döneriz." deyip gülümsedi.
"Evet, daha beş bile olmadı." dedim gülümsemeye çalışarak. Ama bu onun yaptığı kadar kolay olmuyordu.
"Ben sabahın 5'ini severim gerçi." Birkaç saniyelik anlamsız bakışmalar... Sessizlik...
"Sana göstereceğim şey işte burada!" dedi ve yanında duran büyük siyah motoru gösterdi.
"Vay be, güzelmiş." dedim. Hakkını vermek gerekirdi. Gerçekten havalı bir şeye benziyordu.
Yüzünde belli belirsiz bir hayal kırıklığı sezdim. Acaba verdiğim yetersiz bir tepki miydi? Ne söylemeliydim? Hiçbir şey hatırlamıyordum ki. Ortamın garip havasını dağıtmaya yetecek kadar sakin ve naif bir sesle konuştu.
"Bir tur atalım mı?"
Ona güvenmemem için hiçbir sebep yoktu. Onu tanımamam dışında. Ama asıl Miray tanıyordu ve içimdeki ses o olsa güveneceğini söylüyordu.
Kaskımızı taktık ve binmesi için bekledim. Ama o eliyle önce binmem için işaret etti.
Kollarımı önümde bağlayıp sordum. "Önce senin oturman gerekmiyor mu?"
"Sen süreceksin, ben değil."
Güldüm. "Ama ben sürmeyi bilmiyorum ki..." derken gülümsemem yavaşça silindi. Rüzgar yüzünde muzip bir ifadeyle bana bakıyordu.
"Yoksa... Biliyor muyum?"
Dudaklarını birbirine bastırıp takındığı gülüşü, bilmiş bilmiş havaya kalkan kaşlarıyla bir bütün oluşturuyordu ve başını evet anlamında salladı. Alnına düşen bir tutam saç çocuksu ifadesini tamamlıyordu. Aynı zamanda da bizden daha yaşlı göründüğüne yemin edebilirdim.
"Bakalım refleksler gerçekten kalıcı mı?" Denemem için beni yüreklendirdi ve ben de motor kullanmayı bildiğimi varsayarak ve tamamen Rüzgar'a güvenerek motora bindim. Ellerim direksiyonu kavradığında içimde müthiş bir enerji hissettim. Uçurumdan atlayıp süzülerek göğe yükselecek olan bir kartal gibi hissediyordum. Ama eğer sürmeyi başaramazsam, kanat bile çırpamadan yere çakılan minik bir civciv olacaktım. Ben birkaç saniye boyunca kendimi hazırlarken Rüzgar ellerime parmaksız deri eldivenlerden taktı. Elimi tekrar direksiyona götürdüğümde kendimi çok daha rahat hissettim.
"Ellerin acımıştı." Bir yandan arkaya biniyordu. Cevap vermeyince devam etti. "Yani, ilk öğrettiğimde ellerinin acıdığını söylemiştin. Böyle bir çözüm bulduk. Hem daha havalı olduğunu da kabul ettin. Bir hafta elinden çıkarmamıştın... Neyse, afedersin. Hazır mısın?"
"Şey, pijamalarımla sürecek olmam pek havalı değil aslında..."
"Üzerindeki pembiş ayıcıkların da biraz eğlenmeye ihtiyacı var. Bence pijamalar dolaplarda fazlasıyla sıkılıyordur. Yalnızca çiçekleri gezdirmek biraz haksızlık değil mi sence de?"
Güldüm ve o an inanılmaz rahatlamış hissettim. Şu an üzerimde astronot kıyafeti bile olsa bu motoru sürmeye razıydım. Rüzgar'ın ve hatta benim bile beklemediğim bir anda gaza bastım ve sokaktan çıkıp caddeye yöneldim.
Adrenalin kollarımdan omuzlarıma, oradan göğsüme ilerliyor, karnım karıncalanıyordu. Bu his sadece yüksekten düşerken olmaz mıydı? Demek motor kullanmak da bir nevi uçmaktı. Tüm ruhun ve bedeninle uçardın ve nereye gittiğini kendin belirlemek, okyanusun ortasında kalan bir geminin dümenine geçmek kadar heyecan vericiydi. Kendi yolunu çiz, maceranı yarat. Bırak ruhun özgür kalsın ve nereye gitmek istediğini emretsin. Sen de ellerini kullan ve olabildiğince yükseğe uç. Kendini özgür bırak.
"Bu manyak bir şey!" Kaskın altından bağırdım.
"Sana söylemiştim!" Rüzgar da bağırıyordu. Öyle eğleniyordu ki neredeyse çığlık atacaktı. Güzel bir parkın yanından geçerken nereden içeri girebilirim diye düşündüm. Uygun bir yer bulunca bu devasa ve yemyeşil parka girip uygun bir yerde durdum. Kaskımı çıkardığımda dağılan saçlarımı elimle şöyle bir düzelttim.
"Çok iyi kullanıyorsun!"
"Çok iyi öğretmişsin."
Bir banka oturup soluklandığımızda kalbim hâlâ heyecandan yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Biraz sakinleşince Rüzgar'ın ağzını aramak için ona birkaç soru sordum.
"Seninle böyle geziyoruz ama senin daha önce sekiz kere adam yaralama ve gasptan yargılanmış, seri katil olmaya karar verip kimliği açığa çıktıktan sonra hapse girmiş ve hapisten yeni kaçmış bir serseri olmadığını nereden bileceğim?"
Öyle şaşırdı ki o anki yüz ifadesi çok komikti.
"Ben böyle biriysem Allah da benim belamı versin zaten." Güldü. Sonra gözlerini kısıp sesini alçalttı.
"Kimseye söylemek yok."
"Şakalarıma alınmadığına göre gerçekten yakınız."
"Evet." dedi ve gözlerini karşıdaki heybetli ağaca dikti. "Oldukça."
"Ne kadar mesela?"
"Şu ağacı görüyor musun? Çiçekleri.."
"Afedersin, felsefik konuşmanı böleceğim ama bunu bilmek zorundayım." Boğazımı temizledim. "Biz... sevgili falan mıyız?"
Ellerini çabucak hayır anlamında salladı.
"Hayır, hayır. Değiliz."
Bu öyle ani bir tepkiydi ki flört bile olmadığımıza, hatta arkadaştan ziyade kirve olduğumuza ikna oldum. Utançtan yanaklarım kızardı ve bunu saklamak için ayağa kalkıp yürümeye başladım.
"Ne güzel park ya." Aynı zamanda saçmalıyordum. Yanıma gelip birkaç adım geriden bana eşlik etti.
"Evet, gerçekten güzel." Sesi öyle derin ve güzeldi ki az önce öyle bir tepki vermiş olması canımı yaktı. Ben o kadar istenmeyecek bir kız mıydım?
"Ee, bana okuldan bahseder misin? Duyduğuma göre aynı okuldaymışız." Bu da Yeliz'den öğrendiğim bir bilgiydi.
"Okuldaydık. Ben geçen sene mezun oldum."
İşte buna şaşırmıştım.
"Aa, demek öyle..."
"Ama hâlâ aynı okuldayız çünkü ben profesörün asistanı olarak çalışıyorum." Şimdi yanımdan yürüyordu. "Hatta bir kere dersine bile girdim."
"Size hocam mı demeliyim?"
Buna da gülmekle yetindi. Bu çocuk ne çok gülüyordu böyle!
"Bu arada, hafta sonu okulun düzenlediği bir tiyatro gösterisi var. Gerçekten büyük çaplı bir organizasyon ve yüzlerce kişilik bir salonda yapılacak."
"Ne güzel! Biletleri nereden alıyoruz?"
"Senin bilet almana gerek yok."
"Okulun öğrencisi olduğum için mi? İyiymiş. Tiyatro gösterilerini oldum olası çok sevmişimdir. Hangi oyun sahnelenecek?"
"Romeo ve Juliet." dediği an boğazımda bir şeyler düğümlendi.
"Güzel." dedim sanki kelime dağarcığım bundan ibaretmiş gibi. Yine de bu muhteşem oyunu izleyeceğim için seviniyordum.
"Senin bilet almana gerek yok." Duraksadı ve devam etti. "Çünkü Juliet sensin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaz Rüyası
ChickLitBence insan senin de dediğin gibi, bir ruha aşık olmalı. Normal hayatımda gördüğüm yüzlerce insana rağmen ben, hiç tanımadığım, hiç bilmediğim; ama düşüncelerine ve hislerine hakim olduğum biri hakkında düşünmeyi daha çok seviyorum. Zihnimin seninle...