Ufak Bir Açıklama: Kurgu günümüzde geçmektedir. Yalnızca prolog bölümleri, bazı şeyleri daha rahat anlayabilmeniz için geçmişte geçiyor.
-Binlerce Yıl Önce-
Zamanın bilinmediği bir zamanda, yeryüzü üzerindeki tüm kavimlerden uzakta, bir nevi bulutların üstüne kurulmuş bir krallık vardı.
Adı; Kayıp Krallık'tı çünkü kimsenin bilmediği bu krallığa hiç insan eli değmemiş; insana mahsus kötülükler hiç bulaşmamıştı.
O zamanlarda dünya üzerindeki her çocuğa uykudan önce, cennetin yeryüzündeki yüzü diye anlatılan, yeterince iyi bir insan olurlarsa oraya gidebilecekleri söylenen, hayallerdeki krallıktı burası.
Biraz hayal, biraz abartıydı velakin gerçekti.
Burada herkes huzurla yaşardı. Toplumun her kesimine saygı duyulurdu. Zaman çizgisinin bu kısmında tüm dünyada canice avlanan cadılar ya da büyücüler bile burada mutlulardı. Zarar vermez ya da zarar görmezlerdi.
Tanrı'nın şefkatli elini hiç çekmediği bu Kayıp Krallık, Jeon ailesi tarafından sevgiyle yönetilirdi. Jeon ailesinin yakışıklı veliaht prensi Jeon Jungkook hiç aksatmadan haftanın belirli günlerinde krallığında seyahate çıkar; esnafın, halkın, gençlerin ve daha nicesinin şikayetlerini dinler ve raporlayarak krala sunardı. Oğlunun her sözüne değer veren babası, aynı zamanda en çok güvendiği adam olan oğlunun raporlarıyla ülkesini herkesi mutlu edecek şekilde yönetirdi.
Yakışıklılığı ve nezaketiyle ülkedeki tüm genç kızların aşık olduğu veliaht ise babasının da ricası üzerine babasının baş komutanının kızı ve en yakın arkadaşı Kim Taehyung 'un kardeşi, güzeller güzeli Kim Harin ile nişanlanmıştı.
Oldukça kibar bir genç adam olan prensin asil kandan gelen nişanlısı Kim Harin de en az prens kadar halk tarafından sevilir, sayılırdı. Krallıktaki hemen hemen herkes neredeyse her anlamda güzel olan bu ikilinin düğününü büyük bir heyecanla beklemekteydi. Lakin bilinenin aksine prensin kalbi boştu.
Jeon Jungkook daha önce hiç aşık olmamıştı. Aşkın nasıl bir şey olduğunu hiç öğrenmediği için zarif bir kadınla evlenecek olmak onu mutsuz etmiyordu. Gerçekleşecek olanı benimsemiş, büyük bir tevazu ile kabul etmişti. Gözlerine baktığında bile utanıp kızaran, tüm hareketleri birbirine karıştıran Harin'i tatlı buluyor ve aşkına layık olmaya çabalıyordu.
Prens yine güneşli, güzel bir gün ülkesinde geziye çıkmak üzere birkaç adamını yanına almış ormandan geçiyorken anormal bir durum yoktu aslında. Ta ki ince bir sesli bir kadının acıyla inlediğini duyana dek. Yardım edebileceğini düşünerek sese doğru ilerledi. Çok geçmeden de korseli, siyah elbisesi ve bal köpüğü uzun saçlarıyla yere çökmüş kadını gördü.
Dirseklerinin biraz yukarısına kadar çıkan dantelli eldivenler bulunan zarif ellerini, kanlı ve yaralı bacağına uzatmıştı. Yüzü yarasına eğik bir şekilde durduğu için kadının yüzünü göremeyen veliaht prens şimdiden karşısındaki bu görüntüden etkilenmişti. Yemyeşil ormanın en derinlerinde gece gibi simsiyah giyinen, rüzgarın da etkisiyle uçuşan karamel rengi saçları ve bembeyaz teniyle kadın öyle çarpıcı bir kontrast oluşturmuştu ki genç adam gördüğünün bir tablo olup olmadığından emin olamıyordu.
Adım seslerini duyan genç kadın ise korkuyla gözlerini kaldırmıştı. Ve tesadüf olup olmadığı bilinmeyen bir şey gerçekleşti tam o an; gök yarılır gibi gürledi. Bu, öyle büyük bir gürültüydü ki o zamana kadar Kayıp Krallık'ta böylesine büyük bir gök gürültüsü hiç duyulmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Witch's Dream
FanfictionAşkıyla lanetlenmiş bir cadının modern zamanda geçen anti-masalı.