Ağrının verdiği rahatsızlıkla kafamı altımdaki rahat yastıktan kaldırdım, kapkaranlık, önümü dahi zar zor gördüğüm bir odaya gözlerimi açtım. Kaşlarım ağrı nedeniyle çatıldı, resmen başım çatlıyordu. Sanki biri kafama karabarutlu* bir silahla sıkmış da, verdiği acıdansa sesinden mahvolmuşum gibi, büyük bir ağrı hissi. Anlıyor musunuz?
Kafamı kaldırdığım anda karşımda olan adam beni ürkütmüştü. Saçlarıyla aynı renk bembeyaz gözleri bana kör olduğunu düşündürtüyordu. Ayrıca bir şeyler çekmiş gibi duran göz altlarıyla, kapkarışık, uzun saçlarıyla, son dönemlerinde cebindeki birkaç yüz won ile bira alan, kahvaltısını, öğle yemeğini, akşam yemeğini birasız yapamayan, hayattan son dileği ölmekmiş gibi görünen bir adam gibiydi. Bembeyaz saçlarına rağmen çok da yaşlı durmaması, yüzünün olması gerekenin tam aksine, pürüssüz olması bana saçları boyaymış gibi hissettirmişti. Bir süre, içimi ürperten bir soğuklukla yüzümü inceledikten sonra konuşmaya başladı.
"Kimsin?"
Bu birden gelen soruyla, öylece yüzüne bakabildim sadece. Uzun bir süre düşündüm. Adım, yaşım, memleketim gibi temel kavramları hatırlamaya çalıştım. Bu, olması gerekenden o kadar uzun bir süre sürdü ki, bir an kafayı yemiş gibi hissettim. Çünkü bir cevap bulamamıştım. Hiçbir şey hatırlamıyordum! Adım neydi? Yaşım... Önümdeki aynayı nereden sızdığını bile bilmediğim bir ışıkla, yarım yamalak görebiliyordum. Aynadaki bedenin 20'li yaşlarında bir beden olduğunu söyleyebilirdim. Komik olan ise, aynada sadece bir beden vardı, benim bedenim. Ve ben, aynadaki bedenin yaşını tahmin etmeye çalışıyordum! Yaşımı dahi bilmiyordum!
Bunu ona söylemeli miydim? Yoksa sadece aptal bir yalan mı uydurmalıydım? Ya hatırlamadığımın farkında olarak bu soruyu sorduysa? Bu sikik sokuk ahşap ev neresi? Ben buraya nasıl geldim? Daha da önemli soru, ben kimim? Peki ya bu adam..?
"Bilmiyorum." dedim, kendimden emin olmayan bir sesle. Onun saçlarına ve kapkalın, çatallı sesine zıt olan yüzü ve bakışları beni korkutmuştu. "Hatırlamıyor musun yani?" diye sordu. Hatırlamadığımdan emin olduğunu fark edebiliyordum. Sesi, her şeyi belli edebilecek kadar sakindi. Bu, oldukça sinir bozucuydu. "Hayır, hatırlayamıyorum." dedim, belli belirsiz bir ses ile. Yüzünde ufak, en az ses tonu kadar sinir bozucu bir sırıtış belirdi. "Güzel..." Bir an donup kaldım. Güzel mi? Tanrı aşkına, ben adımı bile hatırlamıyordum! Bunun neresi güzel olabilir? Ne diyordu bu yaşlı moruk? "Siktir git, buraya nasıl geldiğimi, hatta bırak nasıl geldiğimi, kim olduğumu bile bilmiyorum. Bunun neresi güzel olabilir?" Sinirli olan sesim onu daha da eğlendirmiş gibi sırıtışı daha da büyüdü. Gencecik kalmış suratına bir tane çarpmak istedim ama muhtemelen benden onlarca yaş büyük olan bu adama bunu yapmam doğru olmazdı. Benim ahlak çerçeveme uymazdı. O yüzden sustum. Aptal sırıtışıyla birlikte "Öldün." dedi.
Öldüm mü?
Karabarutlu silahlar çoğunlukla antika ateşli silahlarda kullanılırlar ve bozunma hızının daha düşük olması nedeniyle tahrip güçleri daha azdır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seven Days || Taekook
Fanfiction"Kim Taehyung, anladığım kadarıyla alman gereken bir intikam var. Yeniden dirilmek ister miydin?" •7 days isimli bir oyunun hikayesinden esinlenilerek yazılmıştır.