4- Bıçak

139 10 0
                                    

Şeker getirmeye geldiğim küçük kız beni ellerim boş gördüğünde yüzü hemen düşmüştü.

"Eğer marketin yolunu biliyorsan belki birlikte gideriz diye düşünmüştüm. Sen ne seversin bilmiyorum orada daha iyi şeyler buluruz sana."

"Yok istemem." Demişti çocuk yüzünü düşürüp alt dudağını aşağı sarkıtmıştı.

"Gerçekten çok üzgünüm... Evde şeker kalmadığını bilmiyordum... Evde çok sağlıklı şeyler var bu yüzden ben de hayal kırıklığına uğradım." Demiş ve dizlerimin üstüne çömelmiş ve onun sarı saçlarının arasından bana bakmasını beklemiştim.

Artık sahiden nasıl duruyordum bilmiyordum ama kafasını kaldırdığında bana bakınca üzüldüğünü sezmiştim. "Gel gel." Demişti çocuk bir süre emin olamadıktan sonra sanırım bana kıyamamıştı. Gülesim gelmişti ama gülememiştim. Adımları küçük ama kendinden emindi. Altısından daha büyük olduğunu konuşmasından çıkarıyordum artık. Ama öyle küçük duruyordu ki her an aksini düşünebilirdim.

Ben küçük çocukları sevmezdim. Onların olduğu ortama girmez ya da yarım saniyeden fazla bakmazdım yüzlerine. İçlerinden herhangi birisinde kendi hiç doğmamış çocuğumu hayal etmekten korkardım. Küçük çocuklar da beni sevmezdi anlarlardı sanırım onları görmezden geldiğimi ya da belki de saf kalplerinde hissederlerdi benim nasıl bir insan olduğumu.

Melek öyle mutlu mutlu gidiyordu ki önümde bir yandan şarkılar mırıldanarak bir tuhaf hissetmeme neden oluyor, kendisini çekiyordu bana. Hiç tasasız çocukluğumu hatırlatıyordu.

Yol boyunca onu takip ederken bir anda ayaklarına bakmadığımı fark etmiştim. Baktığımda ise durup kalmıştım. "Bu ayakkabılarla nasıl yürüyorsun sen?" demiştim boynumun aşağısı tutup. Ayağındaki yırtıkları nasıl görmemiştim ki? Dalmış gitmiştim demek yine. Ama böyle mümkün değildi ki bir milim daha kıpırdayayım.

Ben durunca o da durmuştu. Utanmış olacak ki yüzünü çevirmiş hatta biraz kızarmıştı. "Omzuma atla bakalım." demiştim ellerimi omuzlarıma çarparak. "Ay, hayır küçük hanım itiraz istemem." Derken birbirine dolanan kollara sahip olanın bana itiraz etmesinin önüne geçmiştim.

"Ama tanımıyorum ya seni." Demişti dünkü gibi yine. Daha küçüktü insanları tanısa neyin doğru neyin yanlış olacağını ona güvenip güvenemeyeceğini anlayacağını düşünüyordu.

"Adım Müge. Tatlılara bayılırım ve çok açım." Kafamı yana yatırıp dudak bükmüştüm. İşte tanımıştı beni zaten insan tanımak dediğimizde bir isim söylemek bir de bir iki kelime eklemek değil miydi?

Zahmetsizce ikna etmiştim. Zaten o da dünkü yağmur yüzünden ayakkabılarından rahatsız olmuş olacaktı omzuma çıkmıştı benden onu bacaklarından tutup boynumu tutmasını sıkı sıkı tembih etmiştim.

"Ben de Melek. Sekiz yaşındayım." Demişti. "Sen kaç yaşındasın."

"Ben biraz ihtiyar kaldım sanırım. Yirmi dokuz." Demiştim.

"Çok büyükmüşsün." Dediğinde seslice gülmüştüm. "E herhalde yoksa seni taşıyamazdım."

"Sen de ailenle mi kalıyorsun?"

"Yok. Büyüdüm ya ben. Artık tek geziyorum. Tabi bu demek değil ki ille de benim gibi tek tabanca olmalısın büyüyünce."

"Tek tabanca mı? Kovboy gibi mi?"

Tek tabancanın bir kovboyla bağdaşması karşısında kırkırdadığımda ne kadar uzun zamandır gülmediğimi fark etmiştim.

"Silahlar kötüdür." Demiştim sesimi biranda ciddiyete kavuşturarak. Kendimi bir an annesi gibi hissedince az kalsın televizyon yasak diyecektim.

Gerçek ve ÜstüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin