.

47 6 1
                                    


.

Ayağını yere sürüye sürüye dolandı da dolandı, nereye gittiğini bilmeden. En sevdiği karalamalarını buruşturup atalı, en güzel teybini kırıp parçalayalı, ebedi sessizliğinde susmaya başlayalı yıllar olmamış gibi. Ayağını sürüyerek dolandı, eski günlerdeki gibi.

Başını sağ tarafına çevirdiğinde dükkan camlarının yansımasında top oynayan çocuklar görüyor. Nesilleri henüz tükenmemiş. Sola çevirdiğinde oğlanları saklambaç oynamaya ikna etmeye çalışan ilkokul kızları. Köşede taşla ezilip düzleştirilmiş gazoz kapakları, beceriksizce yapılmış turna kuşu.

Odamda var bunlardan, diye düşündü. Dileklere inanırdı, hiç değilse eskiden. Birkaç turna kuşu vardı. İki tane renkli kokulu mumun yanında duran turna kuşları. Hiçbir zaman bine tamalamadı, yirmi tane bile katlamadı. Çok olmuştu dileğini unutalı.

Caddeden çıktığında dükkanların yerini, aynı binada birden fazla daireye açılmış iş yerleri aldı. Avukatların büroları, emlak ofisleri. Sahi, bir arkadaşının babasının emlak ofisi de bu sokakta olmalıydı. Anlattığını hatırlıyordu, sarrafın üstündeki binada, üçüncü katta. Dairesini hatırlamak için kendini çok fazla zorlamadı, zaten hangi arkadaşı olduğunu da unutmuştu.

Özlemi hissetti, çok derinden, ta en derinden bir şeyleri özledi. Gençliği, arkadaşlarını, içinde tutuşmuş fakat küllerini rüzgarların savuramadığı sevdiğini, ailesini, kardeşini... Ancak neyi özlediğini hatırlayamıyordu. Belki de hasretini çektiği şey hasretin ta kendisiydi.

Duygularına tamamen uzak dört duvar arasında güvende hissedebilmek için kalmıştı yıllar boyu, güvende hissedebilmenin ne olduğunu hatırlasa buna değerdi belki. İnsanlardan kaçmadı hiçbir zaman, insanlar ondan kaçtı. Haklılardı.

Sigara içmiş miydi? Denemişti. Boğazı gözünü sulandıracak şekilde yandığında, öksürüklerinin arasından bunu bir daha yapmayacağına dair yemin etmişti. Hiçbir şeyi de düzeltmemişti, unutturmamıştı. Unutmak için duvarlarının yeterli olduğunu, alkolü denemeye çalıştığında bir daha hatırlamıştı. Evet, bunu hatırlıyordu işte, onu hatırlatan her vakadan nasıl bir can havliyle kaçındığını çok net hatırlıyordu. Sahi, kimdi o? Bir yerden tanıdık.

Suçlu hissetmesi gerekiyordu ama kendini suçlamıyordu. Tükenmiş, bezmiş, bıkmış, yorulmuştu. Suçlu değildi. Onun kabahati değildi bunlar, onun ayıbı değildi. Ayaklarını sürüklemeyi bıraktı, ayakkabısının kauçukları aşınmıştı. Evin de kapısındaydı. Ben geldim diye seslenmeye gerek yoktu. Onu bekleyen kimse yoktu.

Gençliğini gözünün önüne getirdi. Kimse ondan daha çevik, daha hareketli, daha tezcanlı olamazdı. Hayır, olamazlardı. Ne kadar yorulursa yorulsun, onun neşesine yetişemedikleri gibi neşesini sevmezlerdi de. Çok yazmıştı o zamanlar, çok fazla çizmişti, çok şey söylemiş fakat dinlemekte başarılı olamamıştı. Susmanın zamanıydı artık. Sustu.

Evdeydi. Kefeninin üzerine atılan toprak temas ederken tenine, susuverdi.

yazar,çizer, susardık.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin