Evine zorla getirdikten sonra, beni yemeğe çıkartacağını söyleyen mavi gözlü çocuğa tip tip baktım. Beynim bilgileri sindirmede çok mu yavaş kalıyordu, yoksa Poyraz çok hızlı duygu durum değişikliğine mi gidiyordu?
"Casusları yemeğe çıkardığını bilmiyordum," dedim elbise torbasını geri eline tutuştururken. O olayın geçip gittiğini sanmıştı değil mi? Yoo. Kin tutabilen birisi değildim. Sevdiğim birisinin suratını görmeye başladıktan on dakika sonra affederdim onu. Ama bu sefer, onu öylece affetmeyecektim. Beş dakikada bir bana yaptığı ayıbı kendime hatırlatıyor, ona karşı herhangi bir yanım yumuşamaya başlarsa, anında geri sertleştirmeye çalışıyordum.
"Kusura bakma," dedim kollarımı kavuşturup ona tek kaşımı kaldırarak bakarken. "Bugün casuslar şurası toplantısı var." Dudaklarıma neredeyse onunkiyle yarışabilecek kadar soğuk bir gülümseme oturtmak için kendimi zorladım. "Yapılacak çok önemli casusluk işlerim olduğu için yemeğe-"
Poyraz dediklerimi doğru düzgün dinlemezcesine ellerini ceplerine sokup duvarın yanına yürüdü. Parmağıyla bir yeri gösteriyordu. "Bunun yanına seninkini de asmamı istemiyorsan..." Kafamı çevirip bakınca duvarda bir çerçevede asılı duran baksırı gösterdiğini fark ettim. Poyraz kumarda bu evi kazandığı adamın donuna kadar almasının hatırası olarak asmıştı onu. "Şimdi çeneni kapatıp o elbiseyi giyiyorsun."
Ona bir dakika boyunca tip tip baktım. Gözlerimizle soğuk savaş yaşadığımız bir sürenin sonunda, içimde yaptığım hesaplaşma sonucu vazgeçmeye karar verdim. Davranılmayı hak ettiğin gibi demişti. Evet, davranılmayı hak ettiğim gibi davranmamıştı. Ve onu affetmeyecek olsam bile, ne yapmaya niyetli olduğunu neden görmeyecektim ki?
Ona ters ters bakmaya devam ederek siyah elbise çantasını elinden aldım. Ağır adımlarla, ona hiçbir şeyin düzelmediğini hissettirmeye çalışarak odalardan birisine girdim.
"Ben de gelebili-" Poyraz konuşmaya başladığında hayret ederek arkama döndüm ve kendimden çıktığına inanamadığım kadar yüksek bir sesle. "Hayır!" diye bağırdım. Poyraz pis pis sırıtıp eliyle ağzına fermuar çekti ve ben suçsuzum dercesine ellerini kaldırıp merdivenlerden üst kata çıktı.
"İflah olmaz bir sapık," diye mırıldanarak odanın kapısını sertçe çarptım. Beyaz örtülü bir yatak, kahverengi bir dolap, bir de çalışma masasının olduğu bir odaydı. Odada masa hariç başka hiçbir eşya kullanılmamış gibi görünüyordu.
Yatağa doğru yürüyüp oturdum. Poyraz'ın buram buram parfümü kokan tişörtünü üstümden sıyırıp kenara koydum. Derken, o anda masanın üstünde duran iki tane anahtar gözüme çarptı. Bakmamak için kendimle küçük bir savaş versem de en sonunda meraklı doğamdan dolayı yerimde duramayıp parmak uçlarımda masaya doğru yürüdüm. Karmakarışık masada iki küçük anahtardan başka etrafa saçılmış belgeler, boş bir çerçeve, bir masa lambası ve içi boş bir defter vardı. Anahtarları elime alıp nereyi açabileceklerini düşünürken çekmece gözüme çarptı.
Küçük anahtarı kilide soktum ve çekmeceyi açtım. İçerisinde sadece üstü siyah bir defter duruyordu. Çatışı kaşlarla defteri elime aldım, bu sırada kapıya kaçamak bir bakış atmıştım. Defterin ilk sayfasını açtım, hiçbir şey yoktu. İkinci sayfada da öyle. Üçüncü sayfayı çevirdiğimde, küçük bir başlığın altına bir isim yazılmış olduğunu gördüm.
Nişangah 1.
A.A
Atakan Arslankurt/ Samsun
Anlamaya çalışarak sayfayı inceledim, başka bir şey yazıyor mu diye baktım ama yoktu. Sadece bu kadar. Nişangah 1, Atakan Arslankurt, Samsun. Nişangah ne demekti bir kere?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEVRİM- Erkek Lisesinde Tek Kız
Roman pour AdolescentsDevrim Altun. Bu benim. Devrim ismini hakkıyla taşıyorum çünkü 'devrim' sayılabilecek işlere imza attığım söylenebilir. Mesela, yatılı bir erkek kolejindeki tek kızım. Mesela oda arkadaşım bir erkek, en değişiğinden, yakışıklısından, üstelik yavaş y...