19 Temmuz, gece civarları
Ellerim kelepçeli şekilde Evans'ı takip ediyordum. Arkasına bakmadan, oldukça emin adımlarla ilerliyordu. Arkamızdan da yaklaşık sekiz tane asker geliyordu. Evet birilerini paramparça etmek, boyunlarını kırmak, bıçaklamak tabi ki istiyordum ama yeniden Kış Askeri olduğumdan beridir kimseye zarar vermemiştim. Bu yüzden neden bu kadar çok önlem alındığına da bir yandan anlam veremiyordum, daha önceki yıllarda kimleri öldürdüğümden habersizdim.
Bana dediklerine göre insanlarla konuşmalı, aklımı kaçırmadığımı kanıtlamalıydım. Özel toplantı alanları tüm gazetecileri almayacak kadar küçüktü. Çalışanların dinlenmesi, doğrusu Fruy'den kaçabilmesi için binanın tam ortasına büyük bir yapay bahçe yapılmıştı. Herkes orada bekliyordu, önünden geçtiğimiz geniş pencere sayesinde görebiliyordum. Bahçenin her yeri camlarla çevrili olduğundan koca bir fanusu andırıyordu, içindeki insanlarsa devasa balık sürülerini.İyi tarafından bakacak olursak artık sıcaktaydım, soğuk ruhuma zarar veremeyecekti. Adımlarımı normalden biraz daha hızlı atmaya başladığımda askerler hemen yaklaşıyor, olabilecek durumlara karşı kendilerini hazırlıyorlardı. Fark etmediğimi sanıyorlardı, tüm detayları aklımı kurcalıyordu. Gerçekten, ben kimdim? Neden insanlar bu kadar çok korkuyordu? Neler yapabilirdim ki onlara?
Bahçeye girdiğimde, etrafımdaki askerler olabildiğince meraklı kişileri uzaklaştırmaya çalışmıştı. Artık gözüme kendimden daha tehlikeli gözüken başka insanlar takılıyordu, ağzımdan birkaç cümle alabilmek için birbirlerine dahi zarar verebilirlerdi. Görevlilerin önüne geçiyor, resmen şiddet kullanmaları için zorluyorlardı. Steve ortalıkta yoktu, röportaj vermemden daha önemli işlerle ilgileniyordu.
Diğer insanları ite kaka yüksek, zemini tahtadan yapılmış sahneye bir yere getirilmiştim. Taşınabilir sahneye benziyordu. Kürsü, süsleme, aydınlatma gibi ekstra materyaller yoktu. Sadece daha iyi gözükmemi sağlıyordu. Yüzlerce insanın içinde olmak Bucky'e göre bile değilken, Kış Askeri olarak iyice rahatsız hissetmeye başlamıştım. Birilerine saldırmamak, öldürmemek için zar zor duruyordum. Konuşan kişilerin ses tellerini yırtmak istiyordum.
Toplum içinde olmak kesinlikle bana göre değildi. Gözler üstümdeyken nefes dahi alamıyordum, belki de askerin geçmiş yıllarda maske takmasının asıl nedeni buydu. Yüzünü kimsenin görmesini istemiyordu, sanki... Tüm dünyadan saklamak istiyordu. Kalbinden, kafasından vurulmak dahi bu derece korkmasına yol açmıyordu. Bir ihtimal içindeki Bucky Barnes kırıntıları engel oluyordu. Kış Askeri bir makineydi, Bucky ise iyi bir adam.
Kelepçelenmiş ellerim yüzüme doğru gitti, belli etmek istemesem de olabildiğince yüzümü kapatmayı deniyordum. "Ben öldürmedim." diye fısıldadım. "İlk kez..."
Yeni yetme olduğu anlaşılan gazeteci herkesi iterek sahnenin en ön kısmına geldi. Etrafındaki insanların sinir dolu bakışlarını umursamamıştı. "Bay Barnes kendini kaybettiğiniz, içinizde yüz yıldır yatan dürtüleri bastıramadığınız söyleniyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?"
Kaşlarımı çatmamla beraber dudaklarım da benzer bir şekil almıştı. Dürtülere göre hareket etmek de ne demek oluyordu? Hayvan değildim. İnsanların da dürtüleri vardı, evet ama birilerine zarar verecek kadar ileri gitmek hayvanlara özgü değil miydi? Hem... Söz ettiği dürtü gerçekten büyük boyuttaysa nasıl Ironman olaylarına kadar dayanabilmiştim?
Biliyorum, son paragraf Kış Askeri'nin aklından geçenler değil. Zihnim Kış Askerine ait olduğu süreç boyunca yazamadığımdan hepsini bir anda gözden geçirdim, yazdım. Aslında şuanda çok önceden olmuş olayları okuyorsun sevgili yoldaşım. Bazı cümleler Bucky'e ait, bana. Kimseye zarar vermek istemeyen adama... Kendini sürekli canavar olarak gören, insanların hem yüzüne karşı hem de arkasından dediği laflara maruz kalmak; hatta inanmak zorunda kalan kişiye...
"Kimseye zarar vermedim." Cümlemin bitmesine izin vermeden mikrofonu kendine doğru çekti. "Kadını da öldürmedim."
Başka, sarı saçlı bir kadın muhabirlerin arasına atladı. "Haneye tecavüzünüzün asıl nedeni neydi? Bir tür taciz girişi miydi yoksa hırsızlık mı?"
Siktir et dedim içimden, siktir et sadece Barnes. Kış askeri bile bu kadar boktan kişiliğe sahip değildi. "Ne? Hayır!"
Birkaç adım geri atmak istedim, yapamadım. Uzaklaşmak istediğimi, soruları geçiştirdiğimi söyleyeceklerdi. Kısacası her hareketimden prim kasmaya hazır halde bekliyorlardı. Elimde olsaydı koşardım, nereye gittiğim umursamazdım. İnsanlardan uzağa olsundu yeterdi. İki kişiliğimin zıt noktalarından biri de: Biri kendiyle yalnız kaldığından rüyalarında dahi rahat edemiyorken diğerinin rahatlamak için yalnız kalmaya ihtiyacının olmasıydı.
Maalesef Kış Askeri'ni hala kendimden farklı biri olarak kabul edemiyorum, o benim. Başkası değil, olanlar benim hatam. O dönemler zihnimin kontrol edilmiş olduğuna ikna olamıyorum, sanki... Kontrolü ele almak için çabalamamışım gibi. Psikoloğum defalarca kez tam tersini ima etmiş olsa da bence ikisi de farklı kişiliklerim.
Yanındaki takım elbiseli elamanın ağzı açık kalmıştı. "Yani hırsızlık için orada olduğunuzu kabul ediyorsunuz!" Mikrofonu tutan eli titriyordu. Baygınlık geçirmek üzereydi.
"Hayır dedim!"
En sonunda kendime hakim olamayıp birkaç adım geri attım. İnsanlar genel olarak sessizliğe bürünmüş olsa da birkaç fısıldaşma elbette ki duyuluyordu. İnsanlar sıkışık halde duruyordu, birileriyle temas etmeyen kimse yoktu. Yalnızca askerlerden biraz çekiniyorlardı. Gözüm tam da o an kalabalığın içindeki köpeğe takıldı, dosdoğru bana bakıyordu veya bana öyle geliyordu. Önünde kimse yoktu, insanların gerisinde duruyordu.
Onu hissediyordum. Hatta daha da fazlası... Adeta her iki elimin parmak uçları kürkünün üstünde geziniyordu. Normal bir köpeğe göre daha kalın tüyleri vardı, uçlarıysa oldukça sivriydi. Öyle olmalıydı, beynim aksini kesinlikle kabul etmezdi. Nefes almıyordu, gözlerim irileşmişti. Üstümdeki gerginlikten mi bilmem, bende nefes almıyordum. Aramızdaki en belirgin fark sakin olmasıydı.
Etrafından geçen insanların hiçbiri hayvana dikkat etmiyordu. Orada yokmuş gibi davranıyorlardı. Durdum, adeta donmuştum. Barnes'tım, başkası değildim. Sonra ne mi oldu? Köpek Steve'le içki içmeye gittiğimiz gündeki gibi havayı koklayıp göz temasını kestiğinde yeniden Kış Askeri oldum. Ne olduğuna anlam veremeyip başka noktaya baktım, kafamı geri çevirdiğimde ise gitmişti. Sahnenin olabildiğince önüne gelip parmak uçlarıma çıktım, göremiyordum.
Bu kadar kısa sürede nereye gitmiş olabilirdi? Hala köpekle zihnimi geri almanın nasıl bir bağlantısı olduğunu anlayamıyordum. O yapmış olamazdı, kelimelerin hepsi söylenmediğinden arada gel git oluyordu sadece. Dog Strange değildi ya? Büyü yapamazdı.
Dikkatim tekrar insanlara yöneldiğinde ne yapmam gerektiğini biliyordum. "Biliyor musunuz? Şimdi hemen buradan gidiyorum." Bileklerimden aşağı sarkan kelepçeyi basit bir hareketle paramparça ettim. Davranışım şimdilik iyi sonuçlar çıkaracakmış gibi gözükse de başıma bin bir türlü bela almama neden olacaktı.
Bu bölümden sonraki bölümlerde asıl olaylara geçebiliriz bence. Evet, topluca nasıl bütün karakterlerin ağzına ediliyor yavaş yavaş görelim bakalım. Pembe hayal devri bitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bucky'nin Üzgün Notları
FanfictionPsikoloğu Bucky'nin duygularını içine atmasına yeni çözümler aradığında günlük tutmasına karar verdiler. Buck bu karardan fazlasıyla nefret etti ve çocukça olduğunu defalarca kez dile getirdi ancak itiraz etmeyerek yanında taşıdığı not defterini gü...