-fourth of july.

406 45 9
                                    

sujfan stevens, bu şarkıyı annesi için yazmıştır. albümün ismindeki carrie annesi iken, lowell ise üvey babasıdır. albüm, genel olarak carrie'nin mide kanseriyle mücadele ederken yazılan şarkılarla doludur.

carrie'yi kısaca anlatmak gerekirse, şizofreni, bipolar bozukluk, depresyon, madde ve alkol bağımlılığı ile baş etmekte olan biridir. sujfan, annesinin ruhsal sağlığı iyi olduğu zamanlarda "sevecen, üretken, neşeli, şefkatli" sıfatlarıyla nitelendiriyor.

carrie; sujfan daha bir yaşındayken onu terk etmiş, babası ve üvey annesiyle büyümek zorunda bırakmıştır. sujfan, annesinin hastalığını öğrenince onunla tekrar iletişime geçmiş, bazı kaynaklarda böyle yazsa da ne kadar doğru bilinmiyor. hastalığı boyunca sujfan, onu yalnız bırakmamıştır. şarkıda geçen sözler, carrie ölüm döşeğindeyken oğlu ile arasında geçen diyaloglardan oluşuyor.

The evil it spread like a fever ahead
It was night when you died, my firefly
What could I have said to raise you from the dead?
Oh could I be the sky on the Fourth of July?

Well you do enough talk
My little hawk, why do you cry?
Tell me what did you learn from the Tillamook burn?
Or the Fourth of July?
We're all gonna die

Sitting at the bed with the halo at your head
Was it all a disguise, like Junior High
Where everything was fiction, future, and prediction
Now, where am I?
My fading supply

Did you get enough love, my little dove
Why do you cry?
And I'm sorry I left, but it was for the best
Though it never felt right
My little Versailles

The hospital asked should the body be cast
Before I say goodbye, my star in the sky

Such a funny thought to wrap you up in cloth
Do you find it all right, my dragonfly?Shall we look at the moon, my little loon
Why do you cry?

Make the most of your life, while it is rife
While it is lightWell you do enough talk
My little hawk, why do you cry?
Tell me what did you learn from the Tillamook burn?
Or the Fourth of July?
We're all gonna die

defterimi kapatıp derin bir nefes aldım. yine kendimi yazmaya vermiş, zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark etmemiştim. geçen günkü gibi hava ne karanlıktı ne de yağmurlu. aksine, ferah bir hava vardı bugün. oturduğum sandalyeden kalkıp kafe çalışanlarına küçük bir 'kolay gelsin' dedikten sonra kafeden çıktım.

kaldırımda dikilip öylece etrafıma baktım. hava kararmamış olsa da akşam olmuştu. okuldan, işten dönen insanların tatlı telaşelerini görebiliyordum. bir an önce evlerine ulaşıp dinlenmek istiyorlardı. yürüyüşlerinden her halükarda belli oluyordu bu durum.

artık benim de eve gitme vaktim geldiği için tanıdık caddelerde yürümeye başladım. bu sefer kendime tembih ettim: yolda çok düşünmeyip bilmediğim sokaklara girmeyecektim.

bu tembihimi sürekli içimden geçirip evimin sokağına girdim. hemen sağımdaki marketi görünce aklıma evde birkaç eksiğin olduğu geldi. hazır gelmişken onları alayım, diye markete girdim. koluma bir sepet geçirip reyonların arasında dolanmaya başladım.

süt reyonlarından dönünce az kalsın çarpışacak olduğum bedenle göz göze geldim. bana şaşkın ama bir o kadar da alaycı bakan sarışın, geçen gece beni sokakta sıkıştıran sarışındı. o günkü hissettiğim gerilimi yine hissediyordum. sertçe yutkundum ve geldiğim reyondan geri döndüm.

küçücük markette nereye kaçacaktım ki?

peşimden gelen adım sesleri beni daha çok ürkütüyordu. markette, reyonların arasında, ben kaçıyordum sarışın da beni kovalıyordu. neye bulaşmıştım hiçbir fikrim yoktu.

cigarette on your lips {taegyu?}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin