Dokuz

144 22 0
                                    

Günlerdir kulaklarımda çınlayan o ses, ve sahibi etiyle kemiğiyle tam karşımdaydı.

Telefonumda, hala benden bağımsız devam eden oyunda sonunda kaybettiğimi belli eden minik bir titreşim olmuştu.

"Game Over!"

Yo hayır. Ben tam da oyunu kapatacakken ekstra bir canı olduğunu farkeden o çocuktum şimdi.

O can, tam karşımda, bir kaç adım ötemde duruyordu. Kulağı ve omzu arasına sıkıştırdığı telefonunda konuşmaya devam ederken çantasından çıkardığı not defteri ile girişin yanındaki bankoya ilerlemişti.

"Evet, bir dakika not alacağım... Pardon bekletiyorum. Kalemimi bulamıyorum da..."

Hareketleri sevimli ve bir o kadar da aceleciydi, ifadesinde giderek artan bir öfke varken buna rağmen karşıya ulaştırdığı sesi ise mahçuptu.
Mimiklerini izlemek... ah damak çatlatan cinstendi.

Yerimden kalkıp, hipnotize olmuş gibi ona doğru yürürken nasıl tüm bu duyguları, aynı anda ifadesinde toplayabilir diye düşünüyordum.

Sırt çantamın en ön bölmesinde her zaman hazır duran kalemlerden birini ona uzattığımda benim gibi o da sessizdi. Bakışları yüzüme çıkmamıştı bile.

Not defterine bir şeyler yazıp teşekkür ederek kapatmıştı telefonu kısa bir süre sonra. Bankoya dayadığım yan bedenim ile onu izlerken zaman şimdi şu anda dursun onu sonsuza kadar seyredeyim yada bir an önce geçsin ve o bana yüzünü dönsün istiyordum. Evet ikisini aynı anda istiyordum!

Konu her neyse oldukça rahatlamış görünüyordu.

"Ohhh!" Sanki üstünden büyük bir yük kalkmış gibi kısık sesle nefes verip kendi yazısındaki bakışlarını olduğum tarafa çevirmişti. Elindeki kalemi bana uzatırken yarı yolda buluştu gözlerimiz ve sesi o yarı yolda nota değiştirdi.

"Teşek-kür ederim." Beni hatırlamıştı ama belli etmek istemediğini düşmeme neden oldu kaçırdığı bakışları. Bu da bir şeydi.

"Rica ederim."

Arkasını dönüp eşyalarını toplamaya başlamıştı.

"Nasılsınız?"

"Pardon?" Yine o soğuk, koyu, katı sesi... Bana derin kuyulardan en derinin seçtiren.

"Beni hatırladınız değil mi?"

"Tanışıyor muyuz?" Evet ben de onu istiyorum işte be adam.

"Tae, değil mi? Ben Jungkook." Elimi uzatmıştım. Her nefeste her harekette aramıza soyut olduğu kadar somut da bir mesafe koyan tavırları, alttan almamam gerektiğini faeketmemi sağlamıştı. Çok tercih etmesem de yüzsüz olmalıydım.

Adını - sanırım Taehyung gibi bir şeyin kısaltmasıydı, çünkü kulaklarımı kutsayan sesi telefondakine öyle demişti: Kim Tae...- biliyor oluşum tedirgin etmişti onu. Bilerek az önce telefona söylediği ismi değil, kendisinin Yoongi'ye söylediği ismi zikretmiştim.

İlk şoku çabuk atlatmış, bir ona uzattığım elime bir de özgüven patlaması yaşayan yüzüme bakmıştı. İfadeleri... diğer her şeyi gibi... maruz kalanı, şahit olabileni ayrıcalıklı hissettiriyordu.

"Sen... nasıl?" Şaşırmış ifadesi saliselik bir hızla yok olmuş yeniden gardını yükseltmişti "Ne istiyorsun?"

"Tanışmak." Olabildiğince basit tutmuştum cevabımı.

"Neden?" İşte bunu beklemiyordum. Tanrı aşkına sizinle tanışmak isteyen birine neden diye sorulmaz ki! Ama afallamamam gerekiyordu. Tutarlı ve hızlı olmalıydım.

"Açık değil mi?"

"Evet, oldukça ucu açık!" Zeki, hazır cevap insanlara zaafım varmış meğerse.

"Çok etkileyicisiniz ve ben bu fiilinizin nesnesi olmaktan çok memnunum." Fazla mı olmuştu?

Gözlerini devirip, tıslamıştı. 45 derece açıyla oynattığı boynu ve kemiklerinden gelem kıt sesi beni daha da heyecanlandırmıştı. Böyle bir tarafım olduğunu ben de bilmiyordum.

"Bu cesaret değil yalnız küstahlık." Araya girmeme izin vermeden devam etmişti neyse ki.
"Nasıl bir hemcinsinize bu kadar kolay... asılabiliyorsunuz?" Son kelimesi gerçekten aşağılayıcıydı. Bilerek yapmıştı. "Dans eden her erkeğin gay olduğunu düşünecek kadar sığ mısınız?"

"Değilim. Umursamayacak kadar cesu-küstahım."

Başını iki yana sallamıştı onaylamazca.

"Hem, zevklerin ve tercihlerin değişebileceğine inancım tam."
"Bu bi tercih meselesi değil yalnız."
"Konuya çok hakimsiniz."
"Bu o konunun öznesi olduğumu göstermez."

Bir metinden okur gibi ikimiz de aralıksız cevaplamıştık birbirimizi.

"Size ayıracak vaktim yok beyefendi. İyi günler dilerim." Daha cümlesini bitirip gitmek için ikinci adımını atmadan bir ses duyulmuştu.

"Bay Kim! Bay Kim, şapkanızı buldum. Çantamın altında kalmış, ah sanırım benim çantam üstüne düşmüş, ama zarar görmemiş..."

"Teşekkürler, Minjae'ydi değil mi?"

Minjae bana küçük bir gülümsemeyle selam verirken Bay Kim'in nazik sorusunu da başını sallayarak onaylamıştı. "Hıhı"

"Tekrar teşekkürler Minjae. Provalarda görüşürüz."

O son cümleyi duymasaydım, yemin ederim beni hiç bir güç onun peşinden gitmekten alıkoyamazdı.

Giden bedeni utanmadan süzerken Minjae'nin imalı öksürük sesi ile ona dönmüştüm. Gözleri tam anlamıyla 'hayırdır?' diyordu ama dili saygısızlığı misafir edemeyecek kadar iyi bir kızdı.

"O kimdi Minjae? Provalar dediniz?"

"Bay Lee'nin yerine geldi. Bay Kim. Artık onunla çalışacağız sunbaenim."

"Neden? Bay Lee'ye ne oldu?" Şaşırmıştım doğal olarak çünkü uzun zamandır Bay Lee ilgileniyordu dans kulübüyle ve dahası gösteri sadece bir kaç hafta kalmıştı.

"Bay Lee ulusal bir projeden teklif almış. Yeni dönem başlayana kadar yok yani."

"İyi de gösteriye çok az kalmadı mı? Ben mi yanlış biliyorum." Ertelenmişse üzülürdüm cidden, izlemek istiyordum onları sahnede. Biletimi bile gösteriden bir gün sonraya almıştım.

"Yo yo... Bay Kim zaten, Bay Lee ile birlikte çalışmış uzun bir süre hatta gösteriyle ilgili baya etkisi olmuş. Konuya hakim yani. Gösteri tarihinde değişiklik yok ama prova programımız değişti."

"Hı?"

"Sınavlar da bitti ya, artık daha sık prova yapacağımızı söyledi Bay Kim."

"Anladım. Ee seninki ne diyor bu işe?"

"Gösteriden sonra birlikte tatile gideceğiz..." sır verir gibi konuşması gülümsetmişti beni. Minjae, benim bir dönem üstüm olan Jackson'la birlikteydi uzun zamandır. İkisi de çok sevdiğim, özleyeceğim insanlardandı.

"Sen neden buradasın sunbae, neden içeri girmedin?"

"Az önce geldim, dikkatinizi dağıtmak istemedim . Jiminleri bekliyorum. Hah geliyor işte." Kapıdan çıkan gürültü grubun içinde Jimin ve Hoseok'u gördüğümde başımı kaldırarak beni farketmelerini sağlamıştım. Jimin kargosunu hatırlamış olacak ki sevgi solu gülümsemesiyle el sallamıştı bana.

Onlar uzun koridorda yanımıza gelene kadar Minjae konuşmaya devam etmişti.

"Şey sunbaenim...bir şey sorabilir miyim? Siz sevgili misiniz?" Sor, diye yanıtlamamı bile beklemeden sorduğu soruyla beynimdeki tilkiler hemen harekete geçmişti.

Evet desem, Jimin beni keserdi, Namjoon hyungun kulağına gitme ihtimalini düşünemiyordum bile. Ama yine de bu soruyu cevapsız bırakmak, bundan sonraki tüm provalarını izlemeye geldiğimde işime yaratabilirdi.

Sükut ikrardan gelir diye bir söz duymuştum.

"Kendi işine bak Minjae..."

09/04/23

👇👇👇 Lütfen oy verir misiniz

Zenne - TaeKookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin