lee minho
koltukta saçma sapan bir pozisyonda yattığımı farkettiğimde ve uyandığımda, elimde kalmış telefonumun çaldığını farkettim. birkaç saat önce tuşladığım, ama açmadığı numara. han jisung.
gece üçü iki geçiyordu, gözlerimi kırpıştırdım sersemlikle. korktum ama yine de bastım açma düğmesine. "alo?" diyen han jisung'un endişeli sesi hemen ulaştı kulağıma.
"han." diyebildim sadece. "minho? sen misin?"
"evet."
"oh, özür dilerim açamadığım için, uyuyakalmışım..." utanmış sesi kulaklarımı doldurduğunda gülümsedim. bir şey demeden ekledi hemen.
"bir şey mi olmuştu? iki kere aramışsın çünkü."
derin nefes verdim. nefes alış-verişimi dinledi bir süre sanki hemen konuşamayacağımı anlamış gibi. "ben," dedim kısıkça. uykum yavaş yavaş açılmaya başlarken telefonu bacağıma koydum tutmamak için.
"sen?"
"eski sevgilim geldi."
"ne?" şaşırmış sesi kulağıma ulaştığında bir şey diyemedim, demesi gereken kişi de ben değildim zaten.
yavaşça ayaklanıp mutfağa geçtim ve buzdolabından bir bira aldım elime. sorusuna cevap vermeden önce bira hazırlıyordum ve o da bunu dinliyordu.
"evet. en yakın arkadaşımdan öğrenmiş evimin nerede olduğunu." cümleyi bitirdikten sonra hemen biradan bir yudum içtim ve odama doğru ilerledim. terliklerimi giymeyi unutsam da umrumda olmadı.
"en yakın arkadaşın mı?" diye sordu anlamamış gibi. "asıl söylememesi gerekmiyor muydu?"
"evet," diye cevapladım onu. "söylemiş işte, zaten aramız açılmıştı, sorun değil söylemesi. umursamayı çok uzun zaman önce bıraktım."
gözlerim kapının önünden geçerken dolmaya başladı ve bir anda gözyaşlarım aktı. beklemediğim anda yaşadığım bu duygu patlaması, sözcüklerime döküldü sanki bu anı bekliyormuş gibi. "birkaç saat önce evimde, bana yalvarıyordu. çok kötü hissediyorum, gitmemi istersen giderim dedi, git dedim. mantıklı olan buydu, değil mi? doğru olanı yaptım, kendimi düşündüm. bir şey söyle, doğruydu değil mi?"
han jisung'un derin nefes verişi ulaştı kulağıma. "evet minho, doğru olanı yaptın. kendine eziyet etmeyi bırak. senin için doğru olan, olacak olan buydu."
yatağıma telefonu fırlatıp oturdum. biradan bir yudum aldım tekrardan. sanki içsem hiçbir şeyi yaşamamış gibi hissedecek, kafam uçunca daha iyi hissedecektim.
"kaybettim." dedim gülümserken. "gerçi, neyi kazandım ki ben?"
"aşık olduğun insanı kaybetmiş olman her şeyde kaybettiğin anlamına gelmez, daha geçen gece bana bir kez daha aşık olabilirim diyen sendin minho, ne oldu şimdi? niye bunu yapamıyorsun?"
cevap veremedim. sus pus kaldım sorduğu soru karşısında.
"ben cevap vereyim senin yerine. aşık olma evresi bitti çünkü, vazgeçme evresine geçtin. sırf onu kaybettin diye hayatın her zaman kötüye gidecek diye bir şey yok. boşlukta hissetmen çok normal ama kendine haksızlık yapma. aşk bu değil minho, aşk seni mutlu etmelidir."
diyecek bir şey bulamadım yine, sessiz kaldım bu yüzden. haklıydı, ama bilmiyordu ki bize en çok zarar veren her zaman en yakınlarımızdı.
ağlamama devam ettim bir süre. telefonun diğer tarafından hışırtılar geldiğinde istemsiz sordum. "n'apıyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nothing's gonna hurt you baby
Fanfictionhan jisung & lee minho (slow update) cigarettes after sex, olarak adlandırılan kafenin genel olarak sevgililerin geldiği, rahatça içip eğlenebildikleri ancak diğer odalara göre oldukça sakin ve melankolik olan odası. pure. gümüş saçlıyla ilk tanışıp...