Not 28

71 10 114
                                    


Genelevin hemen karşısında olduğumdan mı bilmem, insanlar pek de yargılamamıştı. Galiba çıplak birilerini görmek alışık oldukları durumdandı. Dalga geçercesine bakıyorlardı tabii, orası apayrı konu. Herhalde çıplak kadın görmek uğruna kıyafetlerimden, paramdan olduğumu, bir hayat kadınının tüm eşyalarımı çaldığını filan sanıyorlardı. Açıkçası öyle olmasını yeğlerdim, en azından yediğim ayvalar yüzünden başıma bir haltlar gelmiş olurdu. 

Neyse ki iki saat önce zar zor birini ikna edebilmiş, telefonunu kullanabilmiştim. Shally nerede olduğumu duyunca adeta fenalık geçirmişti. Evet, sürekli çıkan çatışmalarıyla ünlü bir ara sokaktı. Gelirken yanında kıyafet getirmesini söylemiştim. Nerede bulacağını bilmediği için bana bir güzel kızmış, ağzıma etmişti. En sonunda ikna olmuştu, kendisinin aracı olmadığından taksiyle gelmişti. Tahmin edeceğiniz üzere taksi sokağa girmek istememiş, birkaç cadde ötedeyken kızı bırakmıştı. 

Bana getirdiği örtüyü Hz. İsa misali etrafıma sarmıştım, artık eskisinden daha çok ilgi çekiyordum. Bunlara kıyafet demek için bin şahit gerekirdi. Geldiği caddeye yürümüş, yeni bir taksi çağırmıştık. Korkuyordu, telaşlıydı. Aylardır nasıl hiçbir haber vermezsin diyerek bağırıyordu. Kızgındı da, durmadan etrafını kontrol ediyordu. S.H.İ.E.L.D ajanları tarafından izlenmek karşılaşabileceğimiz en kötü olaydı. 

Evine vardığımızdaysa kapıyı hızla kapatmış, kilitlemişti. "Ya nasıl ya! Nasıl yaparsın bunu?" 

"Bak..." Ellerimi iki yana açtım, peşinden geliyordum. "...zihnim gitmişti, tamam mı? Anladın mı? Puf olmuştu, puf! Asıl sen nasıl birilerine haber vermezsin?"

Pencereleri kapatıyordu, yüzüme dahi bakmıyordu. "Burada olduğunu bilen biri var mı? Hem sen neden genelevin önünde çıplaktın?" Perdeleri çekti. "Bu kadar süre boyunca genelevde olduğuna inanamıyorum cidden." 

"Hayır, ben genelevde değildim." Konu ne kadar da iğrenç yerlere gidiyordu. "Sadece genelevin hemen önüne biri beni çıplak bıraktı o kadar." 

"Pek doğru gelmedi." 

"Neyse ne." 

Evi klasik Amerikan evlerindendi. Duvarlar ve kapılar oldukça ince, güçsüz malzemeden yapılmıştı. Aynı krem rengi, açık tonlarla boyanmıştı. Ana salonun yanı sıra yan taraflarda oturma odası, mutfak ve üst kat vardı. Mobilyaları kendi tarzına uygun şekilde, rengarenk bulmuştu. Temizdi, akvaryum tarzı bir şeyden ses geldiğini duyabiliyordum. Ara sıra otomatik olarak koku saçan cihaz açılıyor, birkaç fıs püskürtüp eski haline geliyordu. 

Attığım her adımda ayağımın altındaki parkeler gıcırdıyordu, neden düzelttirmediğini sormak istesem de vazgeçtim. Genelde yalnız yaşayan kadınlar kapıları falan yağlatmazdı. Uykularında eve birileri girerse sesi duyup uyanır, böylece kaçmaları için biraz süreleri olurdu (eğer şanslılarsa). Halılarıysa sanki tamamen sesi yutması için özenle seçilmişti: O pembe, hayvan tüyü gibi olanlardandı. Alt kattaki her yeri kapattığımızda emin olur olmaz doğru düzgün konuşmaya başlayabilmiştik. 

"Shall bana ne biliyorsan anlatmalısın." Tezgaha yaslandım, mutfak bölümündeydik. "İlk önce ne yapabileceğimiz, ne yapmamız gerektiği değil; neler olduğu, neler yaşandığını öğrenmem."  Kaşlarını çatmıştı, ne hakkında söz ettiğimi bilmiyordu. "Senin bu ekipteki görevin ne? Hunter sana ne yaptı? Hunter neden on dört kişiyi öldürdü? Ben yokken neler oldu?" 

Karşımdaki tezgaha yaslandı, bütün soruları aynı anda sorduğum için aklı karışmış olmalıydı. "Aranıyorsun, Hunter'da öyle. İkinizde aranıyorsunuz." Parmaklarıyla oynuyordu. "Açıkçası sandığın kadar önemsemediler, röportajlarda zaten Bucky olduğun belliydi. Yani... Tabii bu gerçek değil ama işte insanlar öyle olduğuna emindiler. Sadece bir anda çekip gittin ve araştırmalara gelmedin diye aradılar, merak ettiler."

Bucky'nin Üzgün NotlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin