Bunlara alışmak, canlı canlı gömülmek, kaosun ortasına doğup her karene, metre küpüne, olmayan hayat
enerjine, çabana, gençliğine ve hiçbir zaman güzelleşmeyeceğini bildiğin geleceğini düşünmeye alışmak...
Çok istedim kafamdan geçen bu kelimeleri biraz toplayarak ve süsleyerek Şevval’e anlatmayı ama ben
anlatamamaya da alışmıştım. İki elimi avuçlarının içine alıp,
“Düzelecek.” dedi.
İçimdeki acıyı bir kenara bırakma göstergesi olarak küçük bir gülümsemeyle kafamı sallayarak onayladım.
O sırada milyonlarca spermin yumurtaya kavuşma hevesi gibi olan sınıfın merdivenlerden bahçeye inme
savaşında kaldık. Rüzgar’ın merdivenlerden hızını alamayıp üstüme doğru gelişi, zaman kavramının
ağırlaşması, Şevval’in çığlığının kafamda binlerce desibel eko yapması, Rüzgar’ın surat ifadesi… Her şeyi
çok net hatırlıyorum ama tepki veremeyecek kadar gözlemci biri olduğum için sadece saliselerle o anın
içinde bulundum. Sonra her şey bir anda yüz kat hızlandı. Rüzgar’ın ağırlığını üstümde hissetmemle her
şeyin siyah ışığa kavuşması bir oldu. Evet siyah ışık. Beyaz ışık aydınlatır. Peki siyah? Siyah ışık yaşatır, dedim
kendime.
Göz kapaklarımı aralayarak etrafı süzerken nerde olduğumu anlamaya çalışıyordum. Gerçeklik algım alt üst
olmuştu. Sadece gerçeklik algılarım değil, sanırım midem de alt üst durumda. Hareket ediyordum ki boş
midemden ağzıma kadar gelen, boğulmakla karışık öğürme isteği ile sağa sola savrulduğumun
farkına vardım. Annemi düşünmeye başladım, nerededir şimdi kim bilir?
Kulağıma tecavüz eden ambulansın sesiydi sanırım. Zaten boktan giden hayatıma neden kazayla da olsa
müdahale ettin ki? Belli ki birkaç dakikadır baygınım. Ayaklarım ve ellerim buz kesmiş, kanım akmayı
unutmuş gibi. Aklım sadece bir girdap olmuş, dudaklarım gerisin geriye çekilmiş, kollarım kanımla yıkanmış,
yüzüm inanılmaz ağırlaşmıştı. Sedyeden kalkamayacak gibiydim. Zaten bu zihni taşımak fazlasıyla ağırdı bir
de fiziksel olarak buna bir denge kurulunca... Sanırım yine başlıyoruz, gözlerimin önü tekrar kararmaya
başladı. Ambulans sesi kulaklarımdan beynimin duyu sinyallerine karışmayı bıraktı. Kafamın içindeki her şey
siyahlaşıyor. Ben, annem, okul, hayat, insanlar, Hitler, Sümerliler, anarşi, İslamiyet, matematik, ritüel, şarap,
piramitler, renkler, aşk, anatomi, vibratör, bıçak... Kafam susmuyordu, bedenimden çok uzak bir
noktadaydım. Simsiyah bir ışık huzmesi, alakasız kelimeler ve içimi yumuşatan o ışık… Siyah ışık ne oluyordu?
Kendi benliğime mi kavuşuyordum yoksa kayıp mı ediyordum? Pek meraklanmadım. Biraz bu hiçliğin tadını
çıkartmak için bende siyah ışığı bir bebek gibi kucakladım; onun beni kucakladığı gibi.
Gözümü tekrar açmaya çalıştım ama bunun çok yorucu olduğunu anlayarak duyduğum seslere odaklanmaya
başladım. Suyun altından karadaki sesleri duymaya çalışmak gibiydi. Gerçi yaşamak da bu değil mi?
Boğulmak...
“Kimsesi yok mu? Ailesine haber verin.”
“Babasını aradık ama açmadı.”
“Kardeşi var aynı okulda ona ulaşmaya çalışıyoruz.”
“Durumu nasıl iyi mi?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜL
No Ficciónbu hikâye yer altı edebiyatının ve sapyoseksüel bakış açısını ve manipülasyon sanatını nasıl genç bir beyne enjekte edildiğini anlatıyor atlas henüz yolun başında .