Genç Efendi gecenin kör vakitlerinde malikaneye girdiğinde herkes telaşlı ve endişeliydi. Çalışanlar ordan oraya koşturuyorlardı ancak onun pek umrunda olmamıştı. Kimseye aldırmadan odasına çıktı. Banyoya girip bir keyif banyosu yapmaya karar verdi. Ağzına kadar doldurduğu ve suyunu köpürttüğü altın küvetin içine girdi. O girerken dışarı taşan su hemen önündeki altın yaldızlı halıyı sırılsıklam yapmıştı. Bu da Genç Efendinin umrunda değildi. O sadece keyif almaya baktı.
Güzelce yıkanıp rahatladıktan sonra banyosundan çıktı. Pijamalarını giyinip yatağına doğru adım attı. Kapısı birden alacaklı gibi çalmaya başlayınca kaşları çatıldı. Sinirle ayaklarını yere vurarak gidip kapısını bizzat kendisi açtı.
"Sorun ne?! Bu saatte beni neden rahatsız ediyorsunuz?!" diye bağırdı kapısında onu bekleyen iki adama.
"Genç Efendimiz! Felaket! Bu bir felaket!" dedi karşısındaki adamlardan kısa olanı.
"Uzatma!" diye tersledi Genç Efendi.
"Aileniz efendim! Bir trafik kazası geçirmişler! Hepsi ağır yaralıymış! Hastaneye kaldırmışlar." dedi diğer adam. Genç efendi daha çok çatılan kaşlarıyla kapıyı iki adamın yüzüne kapattı. İçeri geçip üzerini değiştirdi. Deri, parlak bir pantolon, beyaz saten gömlek ve görkemli kürkü ile on beş dakika sonra kapıdan dışarı adımını atmıştı.
"Gidelim!" diyerek emir verdi. Malikaneden çıkıp siyah bir Cullinan ile hastaneye doğru yola çıktı.
Hastaneye vardıklarında kapıdaki büyük basın kalabalığına göz devirdi. Bu durum onu her zaman iğrendirmişti. Her adımının izlenmesi, her yaptığının sorgulanması ve insanların sanki onlar beğensin diye yaşıyormuşcasına olan davranışları... Kendi türünden bu kadar nefret eden bir varlık görmezdiniz.
Topluluğun içinden geçmek zorundaydı. Eğer insanlar onu görmezse linç edilebilirdi. Sinirle soluyarak arabadan inip içlerine daldı. Korumaları etrafını sararak onu saçma sorular soran kalabalıktan hızlıca geçirdi.
Hastanenin içinde hızlı bir karşılama ve bilgilendirme sonucunda ailesinin tüm fertlerini hatalı sollama yapan alkollü bir sürücü yüzünden kaybettiğini ve o sürücünün de hayatını kaybettiğini öğrendi.
Duyduklarını algılayabilmesi uzun sürdü. Annesi, babası, abisi, ablası ve köpeği ölmüştü. Kimsesi kalmamıştı. Onu sevmeyen herkes ölmüştü. Ondan nefret eden ailesi artık yoktu. Ve onunla paylaşmaktan korktukları miras yalnızca ona kalmıştı.
Bir kahkaha attı. Hastane koridorlarında sesi yankılanıyordu. Bir kahkaha daha attı. Birkaç dakika boyunca durmadan güldü. Gözlerinden önce yaş sonra kan geldi. Aynı anda burnu ve kulakları da kanamaya başladı. Kahkahaları arasında boğulup öksürürken kan tükürdü. Ardından bayılıp düştü.
***
Ertesi gün bütün kanallarda, magazin sayfalarında, gazetelerde, dergilerde ve daha birçok yerde o ve ailesi konuşuluyordu.
Büyük ve köklü, zengin Yang Ailesi vefat etti. Geriye bir tek en küçük oğulları Yang Jeongin kaldı.
Ana hatlarıyla herkes bundan bahsediyordu. Şimdiye kadar kimsenin varlığından neredeyse haberdar olmadığı Yang Jeongin, birden bire göz önüne çıkmıştı.Olayı duyan herkes henüz on sekiz yaşındaki Genç Efendi için üzülüyordu. Ancak ona kalan mirası duyduklarında bu üzüntünün yerini şaşkınlık ve kıskançlık alıyordu. Çünkü Genç Efendiye bir yetişkinin bile altından kalkamayacağı bir miras kalmıştı.
Yang Ailesi nesillerdir birçok alana yayılmış, birden fazla şirketi olan köklü ve zengin bir aileydi.
Dördü ulusal, altısı yurtdışı bağlantılı on Teknoloji Geliştirme ve Araştırma şirketleri vardı. Amerika, Kanada, Almanya, Çin, Japonya ve Malezya ayaklı altı Teknoloji Eğitim Merkezleri ve yine bu ülkelere ihraç edilen öğretim üyeleri ve temel altyapılar üreten mühendisleriyle dünyanın teknolojisini Yang Ailesi yönetiyordu.Aile geniş tarımsal arazi miraslarına sahip olduğundan, devlet tarımsal üretiminin yüzde kırk dokuzunu oluşturuyorlardı. Bu demek oluyordu ki marketlerde görülen tarımsal ürünlerin çoğu Yang Ailesi tarlalarından çıkıyor ve paketlerinin üzerinde de kendi marka isimleri yazıyordu. YangFarming.
YangFarming üretimin yanında çiftçi ve toprak eğitimi de yapan bir eğitim kurumu işlevi de görüyordu. Atalık tohum üretimi, saklama ve alım-satımı da yapan bir şirket olarak da biliniyordu.
Ürettiklerini kendine saklamayıp onlardan en iyi şekilde yararlanmayı bilen ve bildiklerini öğreten Yang Ailesi'nin daha önce sayılan altı ülkede anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite kampüsleri vardı.
Korede ise her ilde ikişer tam kapasiteli anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite kampüsleri vardı. Ayrıca 'her köye bir okul' kampanyasıyla ulaşımı zor olan köylere eğitim ve hizmet götürme yükünü de omuzlamışlardı.
Okuma-yazması olmayan yetişkinler için eğitim kampüsleri açılmış, bu kampüslerde okuma-yazmanın yanı sıra teknoloji ve medya okur-yazarlığı da öğretilmişti. Böylece Kore'nin köylüsü de yeni çağa ayak uydurabilecekti. Ayrıca gittikleri her bölgeye tam teşekküllü kütüphane ve bilgisayar odaları kuruyor, İnternet altyapısı taşıyorlardı.
Yang Ailesi, Kore'yi kalkındırmanın ve iyileştirmenin en etkili yolunun eğitim olduğunu savunurdu. İyi bir eğitim için sağlıklı bir millet başta gelirdi ve sağlık denildi mi akla ilk gelen yine Yang Ailesi olurdu.
Yang Hospitals adı ile Kore'de kurulan ilk özel hastane ünvanına sahiplerdi. Şu anda ülkenin dört bir yanında hastaneleri vardı. Her ilde yaklaşık iki genel hastane, bir verem savaş, bir çocuk hastanesi, bir onkoloji hastanesi ve bir aile merkezi kurmuşlardı. Kendi ilaçlarını üreten ilaç laboratuvarları ve kendilerine ait ecza depoları vardı.
İşte Yang Jeongin'in mirası bu kadardı. Binlerce hastane, binlerce okul ve onlarca şirket...
Bu miras bir ülke yönetmek gibiydi. Henüz on sekizindeki Yang Jeongin bu ülkeyi yönetebilecek miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maknae On Top [JeongSung]
FanfictionBütün aile talihsiz bir trafik kazasında ölünce her şey ailenin sağ kalan, en küçük tek erkek çocuğuna kalmıştı.