Gözüme vuran güneş ışınları ile hemen arkamı döndüm ve örtüyü kafama kadar çektim. Ne güneşiydi bu böyle, uyumak istiyordum sadece. Uyanıp da ne yapacaktım sanki... Evlenecektim! Allah kahretmesin. Hemen kalkarak saate baktığımda gözlerim iri iri açıldı. Saat on ikiydi, on iki! Ah salak kafam alarm kurmayı unutmuşum tamamen. Adamların evinde kalıp akşama kadar uyumakta ne! Tam ayağa kalkıp banyoya gidecektim ki kapı tıklama sesi ile durdum.
"Yenge, uyandın mı? Müsait misin?" dedi Ela. Hemen ayağa kalkıp kapıyı açtım.
"Günaydın." dedim utanarak. Günaydını mı kaldı Allah aşkına.
"Günaydın yenge. Abim gelecekmiş birazdan seni almaya haberin olsun."
"Tamamdır. Çok teşekkür ederim." dedim gülümseyerek. Ve hemen güzel bir duş almak için banyoya gittim. Hızlıca halletmem gerekiyordu gerçekten ayıp olmuştu. Duş alırken bir an başım dönünce kenara tutundum. Sabah yemek yemeden hemen suyun altına girdim diye tansiyonum düşmüştü sanırım. Bir süre dinlendikten sonra işimi bitirdim ve çıktım. Dünkü pantolonumu giydim tekrar, zaten başka da yoktu. Poşetin içinde bir de beyaz tişört vardı. Hava sıcak duruyordu diye onu da üzerime geçirdim. Saçımı kuruttum ve gidene kadar kabarmasın diye salaş bir şekilde ördüm. Herhangi bir malzemem olmadığı için makyaj da yapamayınca üzerimi düzeltip, odayı toplayıp çıktım hızlıca. Salona doğru geçtiğimde Meryem yenge, Buket ve minnoş Eda içerideydi. Yüzüm gerçekten kızararak içeriye girmiştim.
"Günaydın kızım."
"Günaydın yenge. Rahat edebildin mi?" diye sordu Buket.
"Ettim çok teşekkür ederim. Kusura bakmayın ben bu kadar uyuyabileceğimi düşünmediğimden dolayı alarm kurmamıştım." dedim koltuğa otururken.
"Estağfurullah kızım. Olur mu hiç öyle şey. Rahat rahat yat uyu. Burası senin evin." dedi elini dizime koyup sıvazlarken.
"Ay prenses gel yengemizle tanışalım." dedi Buket Eda'yı bana doğru getirirken. O ise bana bakıyor, ben ona bakınca ise utanıyor ve başını çeviriyordu.
"Allah'ım bu nasıl bir güzellik." dedim ona bakarken. "Tanışabilir miyiz? Lütfen." dedim ona elimi uzatırken.
"Ben tanıyorum ki seni." dedi peltek bir şekilde.
"Aa bak sen...Kimmişim ben." dedim onu Buket'in kollarından alıp kucağıma oturturken.
"Sen gülsün" dedi bana bakarken. Anlamaz gözlerle ona diğerlerine bakarken Buket açıklama yaptı.
"Abim sana Isparta gülü diyor ya. Onun bahsi geçince dinlemiş ama Isparta'ya dili dönmediği için gül diye kodlamış seni." dedi gülerek. Bende aynı şekilde güldüm.
"Demek ben gülmüşüm. Memnun oldum, siz prenses miydiniz?" dedim elimi uzatırken. Önce gözünün önüne düşen sarı saçlarını kulağının arkasına koymaya çalıştı ama sadece çalıştı. Sonra elimi tuttu.
"Evet." dediğinde gülmeden edemedim.
"Peki kaç yaşındaymış bu güzel prenses?" diye sordum saçlarıyla oynarken.
"Beş" dedi ama 'ş' sesini 'j' gibi çıkardığı için gülmeden edemiyordum.
"Hayır ablacım beş değilsin beşe gireceksin." dedi Buket.
"Beşim." dedi kaşlarını çatıp onun uzattığı elini iterek. O kadar tatlı bir çocuktu ki anlatamam. O sırada zil çalınca kucağımdan aşağıya inip koşarak kapıyı açmaya gitti. Kapı kitli olduğu için Buket'de peşinden gitmiş, kilidi açmıştı.
"Tarla faresi." sesi gelince Ali'nin geldiğini anlamıştım.
"Deme kıza öyle oğlum." diye seslendi Meryem yenge. O sırada kucağında Eda ile içeriye giren Ali'ye baktım bir süre. Beyaz gömlek giyen bu adamın boyu epeyce uzundu. Görünürde öyle kaslı bir yapısı yoktu ama omuzları genişti. Siyah saçları çok uzun değildi ama kısa da sayılmazdı. Kemikli bir yüz hattına sahip değildi ama yüz çizgileri belliydi. Uzun kemikli bir burnu vardı ama yüzüne o kadar güzel uyuyordu ki asla göze batmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TRABZON GÜLÜ
Teen FictionDikkat: Bu kitap tam bir aile sıcaklığı hissettirir. Gereksiz entrikalara ve +18 sahnelere ev sahipliği yapmaz. Bu güzel yolculukta bana destek olursanız sevinirim. ~~~~~~~~~~ Hani daha ne olabilir ki dediğimiz bir an vardır ya, işte ben o anı yaşa...