3. Bölüm

2.1K 169 51
                                    

Jong In'e deli gibi aşıktım. Birlikte yaşıyorduk ve hayatımın en güzel günlerini geçiriyordum. Beni her zaman mutlu ediyordu. O doğuştan bir vampirdi. Daha doğrusu insan dışı varlık... Aslında bazen insana dönüşmüş olduğuna inanamayıp kontrol ediyordum.

Onu her sabah öperek uyandırmayı seviyordum. Biz gerçekten mutluyduk. Ta ki o güne kadar...

Hayatımın nasıl böyle bir iğrençliğe dönüştüğünü anlamıyordum. En başlarda böyle değildi. Tao denen pislik bana sürekli asılıyordu. Öylesine söylediği bir iki cümleyle kalmıyordu hiç bir şey. Bir gün Jong In'le kavga bile etmişlerdi. Ama Jong In her zaman beni dinleyip kendini frenliyordu.

Sürekli Tao'nun bana baktığını fark ediyordum. Rahatsız da olsam Jong In'e belli etmemeye çalışıyordum. Çünkü Tao da onlardan biriydi ve kavga ederlerse Jong In'e zarar verir diye korkuyordum.

Bir gün eve gitmek istedim. Buraya kadar her şey güzeldi. Ama daha sonra ölmek isteyeceğim bir şey oldu...

Jong In beni bırakıp okula gitti. Birkaç saat sonra kapı çaldı. Beni hiç bir zaman bırakamazdı. Bu yüzden okula gitse de son derslere girmekten vazgeçip geri döndüğünü düşündüm. Kapıya doğru koşup heyecanla açtım.

Karşımda gördüğüm kişi donup kalmama sebep olmuştu. Kendime gelip kapıyı kapamaya çalıştım ama tek parmağıyla bile bana engel olabilecek güce sahipti. İçeri girip kapıyı kapattı ve beni itti.

"Burada ne işin var ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordum. Sesim giderek kısılıyordu. Karşımda beni hiç yorulmadan parçalara ayıracak biri vardı. Gerçekten çok korkuyordum. Masada duran Jong In'le ikimizin fotoğrafını alıp yere fırlattı.

"Sizden iğreniyorum biliyor musun bücür?" dedi.

"Bana ne yapacaksın? Neden buradasın?" diye sordum tekrar. Korkudan titriyordum.

"Sen aslında çok hoş bir çocuksun biliyor musun?" dedi. Daha sonra da sehpada duran cipslerden ağzına attı.

Yanıma yaklaştığında korkum artmıştı.

"Jong In'e bir şey olması hoşuna gider mi?" diye sordu. Sadece göz yaşlarımı serbest bırakmıştım.

"Sana soruyorum piç! Bana cevap ver." diye bağırdı.

"Ha-hayır" dedim kekeleyerek.

"Seninle biraz oyun oynayalım mı?" diye sordu. Yüzüme doğru eğilmişti. Ona yan dönüktüm ve korktuğum için de bakamıyordum. Çenemden tutup çevirdi. Gözlerimi gözlerine diktiğimde renk değiştirdiklerini gördüm.

"Sana sorduğum sorulara cevap vermezsen canını yakarım." dedi.

Biraz geri çekilmeye çalıştım ama ne yaparsam yapayım daha fazla yaklaşıyordu.

"Hemen kalk ve beni o itle birlikte uyuduğun odaya götür." dedi.

Aklıma hiç bir şey gelmiyordu. Ortalığı dağıtacağını veya Jong In'in eşyalarını karıştıracağını düşünüyordum. Odaya girer girmek beni kolumdan tutup yatağa fırlattı.

"Beni eğlendirmelisin Sehun." dedi

"İğrençsin." diye bağırdım.

"Cesaretini sevdim." diyerek dudaklarımdan öptü.

Hemen kolumun tersiyle öptüğü yeri sildim. Sonra da yere tükürdüm.

"Senden korkmuyorum Tao. Ne yapabilirsin ki." dedim.

"Ne yapacağımı az sonra göreceksin Sehun." dedi. Aslında korkuyordum ama ona karşı yenilmiş gibi davranmak istemiyordum.

"Şimdi sen uslu duracaksın ve benim olacaksın. Ben de Jong In'e zarar vermekten vazgeçeceğim." dedi.

"Ona hiç bir şey yapamazsın Tao. Senin olmak mı? Midemi bulandırıyorsun." dedim.

"Eğer şimdi ondan vazgeçip bana gelmezsen en fazla yarım saat sonra sevgilinin cesedine sarılıyor olursun." dedi. Bana öyle sert bakıyordu ki ciddi olduğunu anlamıştım.

Kendime engel olamayarak ağlamaya başladım.

"Bizden ne istiyorsun Tao. Ondan ayrılamam. Bunu neden yapıyorsun?" dedim. Sesimin ne kadar güçsüz çıktığını biliyordum. Ama istemesem de tüm gücümü kaybetmiştim.

"Beni anlamıyorsun değil mi bücür?" dedi. Ellerini saçlarıma geçirip yüzümü yüzünün karşısında sabitledi.

"Seni onun karşısında  öpeceğim ve bana karşılık vereceksin." dedi.

"Bunu yapamam Tao. Yalvarırım başka bir şey iste. Ben sana ne yaptım? Bana bunu yapma." dedim.

"O zaman bunu sen istedin Sehun!" diye bağırdı. Sonra sert bir tokat attı. 

"Sana son kez söylüyorum. Eğer bunu yapmazsan onu acımadan öldüreceğim." dedi.

Gözlerimin içine bakıyordu. Ondan her bir hücremle nefret ediyordum. Jong In'i gerçekten öldürür müydü?

Ben ağlarken sert bir tekme attı.

 "Kalk git yüzünü yıka. Ağladığını fark etmemeli. Çünkü sen benimle mutlusun."dedi.

Dolabımdan bir şeyler aldım. Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Üzerime kıyafetlerimi geçirip yanına gittim.

Eliyle yatağa vurduğunda oturmak için ilerledim. Ama kolumdan tutup yatırdı.

"Şimdi seninle sakince konuşacağım Sehun. Benden korkmana gerek yok." dedi.

Tamam anlamında kafamı salladım. Ama hala çok korkuyordum. Bana saldıran, ölümle tehdit eden bir pislik gözlerimin içine bakıyordu. Dudaklarım artık Jongin'e ait değildi. Sanki onu aldatmış gibi hissediyordum. Kendimi kirli hissediyordum.

"Bak Sehun seninle anlaşacağız. Jong In'i seviyorsun değil mi?" diye sordu.

Bir kez daha kafa salladım.

"O zaman beni dinleyeceksin." dedi ve derin bir nefes aldı.

"Benim insan olmadığımı biliyorsun. Ayrıca onun bana karşı şansı olmadığını da biliyorsun. Bundan sonra onun değil benim yanımda olacaksın Sehun." dedi.

Gözlerim dolmuştu. Olumlu veya olumsuz hiç bir cevap veremiyordum.

"Eğer benim yanımdayken mutsuz görünürsen ne olur biliyor musun Sehun?" diye sordu. Sadece gözlerine baktım.

"O lanet olasıca piç sevgilin seni benden almaya çalışır. Peki o zaman ne olur biliyor musun Sehun? Bence biliyorsun. Onu acımadan öldürürüm." dedi

"Ona zarar verme Tao. Bana istediğini yapabilirsin." dedim.

"Böyle sözümü dinlediğin sürece sana da zarar vermeyeceğim." dedi.

Canımı yakan saatlerin ardından Jong In eve girdi. Bana seslendiğini duyunca Tao kaşlarını çatarak bana baktı.

"Ona bir şey belli edersen..." diyerek tehdit etti. Sonra yanıma yaklaştı ve bana sarıldı.

"Sarıl bana" diye fısıldadı. İstemsizce kollarımı uzattım. Jong In bizi gördüğünde kalbimin paramparça olduğunu hissettim. Tao beni öperek durumu ilan etmişti. Ona ait olduğumu söylediğinde Jong In bana bakıyordu. Ona nasıl söyleyebilirdim ki? Ben söyleyemesem de o anlamıştı.

Ne mi oldu? Beni bir çöp gibi kapının önüne fırlattı. Üstelik Tao'nun kucağına düşmüş olmamı bile umursamadan. Onu aldatabileceğime inanmış olması mı, yoksa Tao'nun beni oradan uzaklaştırıyor mı daha çok canımı acıtıyordu bilmiyorum. Ama o an gerçekten nefes alacak kadar bile gücüm yoktu.

Jong In bana tiksinerek baktığında sadece tek bir şey için dua ettim: "Tanrım ne olur canımı al!.." Çünkü bu acıyla artık yaşayamazdım..

Dönüşüm ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin