Öncelikle hoş geldin. Hikayeme bir şans verdiğin için çok teşekkür ederim. Umarım beğenirsin.
Sabah alarm 05:00'te çaldığında Kenan Bey dışında evde kimse uyanmamıştı ya da uyanmak istememişlerdi. Kenan Bey kapılara vurarak en gür sesiyle, "Hadi kalkın" diye bağırmaya başladı. O zaman herkes uyanmış gözlerini ovuştura ovuştura birbirlerine bakıyorlardı. "Hadi ama bu ne uyuşukluk canım, bugün güzel bir gün olacak" diyordu karşısındakilere. Karşısında anlamsız bakışları gören Kenan Bey lafını değiştirdi. "Kahvaltıyı hazırlıyorum ben, hadi sizde hazırlanın" dedi.
Selma Hanım da kocasının kahvaltı hazırlarken ne kadar beceriksiz olduğunu bildiği için onu mutfakta yalnız başına bırakmadı. İkiz kızlardan Ceren ve Ecem de hüzün dolu gözlerle son kez odalarına bakıyorlardı.
"Ben hiç gitmek istemiyorum" dedi Ceren, ikiz kardeşi Ecem'e. Ecem de her ne kadar gitmek istemese de babası için gitmek istiyordu ve tabi ki dedesi için de.
"Gitmek zorundayız, dedemin vasiyeti için." dediğinde Ceren dudak büzdü. "Hem dedemin doğru söyleyip söylemediğini nereden biliyoruz ki" dediğinde Ecem sus işareti yaptı. "Babam duyacak şimdi"
"Hem herkes bir şansı hakkeder ben dedemin bakışlarında o kadar derin bir üzüntü gördüm ki, inanmak istiyorum ona."
"Kızlar kahvaltı hazır" diye seslendi anneleri.
Kenan Beyin suratında o kadar değişken bir ifade vardı ki, insan üzgün mü yoksa mutlu mu, anlayamazdı. Kalbi babasına inanırken aklı bir türlü babasına inanmayı reddediyordu. Ama kendisini borçlu hissediyordu, babasının vasiyetiydi ve babasını son gördüğünde ki o yalvaran bakışlarını bir türlü zihninden atamıyordu.
Hiç kimse konuşmuyordu masada. Çatal, kaşık seslerinden başka mutfakta ses yoktu. Sessizliği bozan Ceren oldu. "Bakalım kasabada bizi nasıl karşılayacaklar çok merak ediyorum" dediğinde hepsinin akıllarındaki şeyi söylemişti. Kasvetli hava sanki kapının altından içeri sokuluyor gibiydi. Derin bir hüzün çökmüştü masaya.
"Amcanı nasıl karşıladılarsa bizi de öyle karşılarlar" dedi Kenan Bey.
"İyi de amcam dedemi silmedi mi bunu bütün kasaba halkı bildiği için onlara o yüzden kötü davranmıyorlar."
Bu doğruydu ama Kenan Bey aklına koymuştu ne olursa olsun gerçeği öğrenecekti. "Babamın ne olursa olsun vasiyetini yerine getireceğim. Babamın haklı ya da haksız olduğunu oraya gitmeden bilemeyiz."
Ceren sert bir şekilde çatalı masaya vurduktan sonra "Ben doydum" diyerek masadan kalktı. Kenan beyin 17 yaşındaki çift yumurta ikiz kızları Ecem ve Ceren. Ecem çok naif, sessiz ve kırılganken Ceren onun tam tersiydi. Asi ruhlu, inatçı ve sert bir kızdı. Aklına koyduğunu mutlaka yapar ve yeri geldiğinde insanları incitmekten korkmazdı. Ecemle hiç anlaşamazlardı ve onun bu kadar kırılgan olmasına da dayanamazdı. Onları görenler ikiz kardeş olduklarına inanmazlardı. Birbirlerinden her ne kadar karakter olarak farklı olsalar da, dış görünüş olarak da farklıydılar. Ecem daha çok klasik ve spor takılırken, Cerenin tarzı çok başkaydı. Her ne kadar birbirleriyle anlaşamasalar da her koşulda birbirlerini koruyup korlalardı.
Herkes hazırlanmıştı, bahçe kapısından son kez evlerine bakıyorlardı. Ecemle Selma Hanımın gözleri dolmuştu. Ceren ise öfke dolu gözlerle bavulu bagajına yerleştiriyordu, babasına çok öfkeli olduğu için göz teması bile kurmuyordu. Kenan Bey de ailesini üzdüğünü farkındaydı ama babasına verdiği o sözü tutacaktı ve ne olursa olsun o kasabaya gidecekti.
Kenan Bey matematik öğretmeniydi. Kızlarının okuduğu okulda öğretmenlik yapıyordu. Sınıfındaki öğrenciler ise kızlarına torpil geçeceğini beşten aşağı not almayacaklarını söylüyordu ta ki Kenan beyi tanıyana kadar. Kenan Bey işinde çok disiplinliydi. Kızları bile olsa sınıftaki herkesi eşit görürdü. Hatta Ecem bir soruyu anlamayıp babasına sorduğunda, okulda sor sorunu diyerek televizyon izlemesine devam ederdi. Ecem genelde çalışkan bir öğrenci olduğun için matematiği de iyiydi. Cerense ders çalışmaktan nefret ederdi ve notları genelde düşüktü. Özellikle matematiği. Babasıyla bu konuyu hep tartışırlardı. "Ne olur biraz kızına kıyak geçsen" "Olmaz çalış sende herkes gibi yüksek not al" derdi.
Selma Hanım ise dünya tatlısı bir kadındı. Çok sevecen ve iyi niyetliydi. Herkesi kendi kalbi gibi gördüğü için zaman zaman çok yaralar alırdı ama yine de iyi niyetinden hiç ödün vermezdi.
Yol uzundu ve hepsinin aklında tek bir soru vardı: "Bu kasabada yaşayabilecek miydik?"
Ceren kafasını Ecemin dizine koymuştu ve çok geçmeden uyuyakalmıştı. Ecem ise ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Bir yandan da Emir'i göreceği için heyecanlıydı. Emir, Ecemin çocukluk aşkıydı. Ağlayarak babasını üzmekten korkuyordu. Pencereyi açarak dağ esintisini kokusunu içine çekti. Rüzgar sert esiyordu ve saçları dalgalanarak suratına vuruyordu. Bunu fırsat bilerek iki damla gözyaşı döktü. Korkuyordu en son yedi yaşındayken o kasabadan ayrılmışlardı ve tam 10 sene geçmişti üzerinden. 10 sene sonra tekrar o kasabaya dönmek, onu ürkütüyordu. O kasabadan nasıl ayrıldıklarını hatırlayınca, boğazında bir düğüm oluşuyordu.
"Cemal Çetin'in ailesini burada istemiyoruz, defolun kasabamızdan" diyerek bağıran insanların sesi hala kulaklarında çınlıyordu. Kenan bey ise daha fazla dayanamayarak hemen kasabayı terk etmişti. Ama Kenan Beyin kardeşi Fırat Bey kasabada kalmaya devam etmişti. Çünkü o da herkes gibi babasını suçluyordu. Kenan beyle Fırat beyin araları çok iyi değildi. Küs değillerdi ama çok sık konuşmazlardı. Bu olaydan sonra kardeşinin hemen babasının gözden çıkarmasına dayanamayan Kenan bey onunla arasına mesafe koymuştu ve babasının, "Fırat bir kere bile ziyaretime gelmedi, kahroluyorum oğlum" demesi Kenan Beyi iyice kardeşinden uzaklaştırmıştı.
Kenan Bey yola çıkmadan iki gün önce kardeşiyle telefondan konuşmuş ve kasabaya temelli geleceklerini söylemişti. Bu duruma hem çok şaşıran hem de hoşnutsuz olan Fırat Bey, "Neden geliyorsun?" diye sormuştu. Kardeşinin bu ses tonundan hiç memnun olmayan Kenan Bey, "Gelince konuşuruz" demişti.
Cerenin telefonu titremişti. Cerenin uyanmadığını gören Ecem telefonuna baktı. Gelen mesaj sevgilisindendi. "Ceren kapınızın önündeyim, dışarı çıkar mısın bugün sinemaya gidecektik yoksa unuttun mu?"
Ecem şaşkınlıkla uyuyan kardeşine baktı. "Yuh be Ceren, çocuğa haber bile vermemişti."
Telefon tekrar titremeye başladığında, Ceren homurdanmaya başladı. "Kapatın şu telefonu"
"Ceren, Ozan arıyor" dedi kardeşinin kulağına fısıldayarak.
"Meşgule al"
Ozan ısrarla aramaya devam edince Ceren hızlıca yerinden kalkıp, "Ne var" diye bağırmaya başladı.
"Kapınızın önündeyim, hazırsan seni bekliyorum." dedi aynı sinirli ses tonuyla. Ceren o an gülme krizine girmişti. "Daha çok beklersin" diyerek telefonu kapattı ve tekrar uyumaya devam etti. Ecem dizinde yatan kardeşini şaşkın bir şekilde izliyordu. Bir insan nasıl bu kadar soğukkanlı olabilirdi. Zaten Cerenin aşka inanmadığını biliyordu. Ozana da aşık değildi ama Ozan Cerene sırılsıklam aşıktı. Ozan bu sefer de Ecemi arıyordu. Ecem ne yapacağını bilemeden uzunca telefonun ekranına baktıktan sonra telefonu açtı ve kısık sesle konuşmaya başladı.
"Efendim Ozan."
"Selam Ecem. Ben Cereni aradım da ulaşa..."
"Ozan biz gidiyoruz." dedi Ecem.
Kısa bir sessizlikten sonra Ozan anca konuşabildi.
"Nasıl yani nereye gidiyorsunuz?"
"Doğduğumuz yere kasabaya gidiyoruz artık burada yaşayacağız"
Ozanın sesi titriyordu. "Ceren bana bundan hiç bahsetmedi"
Cerenin uyandığını fark eden Ecem telefonu hızla kapattı.
Ceren de uyanmış kısık gözlerle dışarı bakıyordu. Hava soğuktu ve kasabaya doğru yaklaştıkça daha da soğuyordu. Dağlar karlarla kaplıydı. Kış en soğuk yüzünü gösteriyordu. Yollardaki karlar çoğalmaya başlayınca araba daha yavaş ilerlemeye başladı. Ceren kendi kendine söylenmeye başlamıştı. "Bu kar da bu soğukta yolda olduğumuza inanamıyorum."derken, kasabaya giriş yapmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kasabaya Dönüş
General FictionKenan Bey son kez babasının gözlerinin içine baktı. Bakışlarındaki masumiyeti görebiliyordu. "Tamam baba sen huzur içinde uyu verdiğim sözü tutacağım." dedi. Kovuldukları o kasabaya geri dönüyordu, Kenan Bey karısı ve ikiz kızlarıyla. Kasaba halkı...