Gözlerimi ard arda kırpıştırıp anlamaya çalıştım. Ne demekti ki o?
"Ne?" Durdum ve patavatsız ağzımdan patavatsız sözleri savurdum. "Sen bana mı aşıksın?"
Güldü. O kadar tatlı güldü ki dışarıdan gören biri net aşık olurdu. Sağa sola onu izleyen var mı diye baktım. Yoktu. Önüme geri döndüm.
"Olabilir ya da olamaz. Sen hangisini isterdin?" Utanmaz arlanmaz bir de göz kırpmıştı. Göz kırpmıştı. Sol gözünü.
Yüzüme kan oturduğunu hissettim ama hiç bozuntuya vermemeye çalıştım. "Ben olsam bende bana aşık olurdum tabii. Sende haklısın." Hâlâ gülümsemesini koruyordu. Bir insan evladı bu kadar naif olabilirdi zaten.
"Haklısın." Dedi.
"Evet." Konu aklımdan deşiyordum. Onunla ilgili çok şey merak ediyorum. Sonuç olarak adı ve okuduğu bölüm dışında bir şey bilmiyordum. Kahveden bir yudum alıp boğazımı yumuşattım.
"Felsefeyi ilgin olduğu için mi okuyorsun yoksa okumak için mi?" Sorumu beklemiyordu sanırım. Önce bir şaşırdı.
"Aslında doğruyu söylemek gerekirse ilk okumak için okuyordum ama sonra derine inince merak ettim. Şu an severek okuyorum." O da kahvesinden bir yudum aldı. Ben söylemiştim kahvesini beğenmiş miydi?
"Sen peki fotoğrafçılığı seviyor gibisin?"
"Ayy tabii ki. Küçüklüğümden belli yapmayı sevdiğim tek şey gibi bir şey. Ben küçükken hep dışlanan çocuktum. Ondan arkadaşım hiç yoktu. Nereye gitsem annemlerle giderdim. Büyüklerin sohbetini de pek sevmezdim o sebeple onlar muhabbet ederken ben başka uğraşlar bulurdum. Fotoğraf o uğraşların en güzeliydi işte. O sebeple çok seviyorum." Bana olan bakışlarının naifliği kalbimi deldi. Bir adam bu kadar güzel olabilirdi. Konuşmadı. Konuşmayınca ben konuşma kararı aldım. "Ne oldu?"
O güzel parmaklarını dudaklarına atıp ovaladı. "Anlatışın çok tatlı da ona daldım."
"Sende çok güzelsin Ulaş ama ben bunu sürekli senin yüzüne vurarak utandırmıyorum seni değil mi?" Bir dakika. Ne dedim ben? Gözlerimi kapatmamla Ulaş'ın ninni niteliğindeki kahkahasını duymam bir oldu.
"Teşekkür ederim." Gözlerimi yavaşça açtım. Saçımı arkaya doğru savurdum daha demin hiç utanmamışım gibi.
"Rica ederim ne demek. Hizmetimiz her zaman vardır." Kıkırdadı ama bir şey demedi. Sussun istemiyordum. Sesini duymak istiyordum.
"Derslere ne zaman başlayalım istersin?"
"Sen bana harbiden ders vereceksin yani? Öyle mi?"
"Ay Ulaş bak valla ben vereceğim billaha ben vereceğim. Bir türlü inanıp güvenmiyorsun bana çok kırılıyorum." Dudaklarımı büzdüm. Kollarımı da bağlayıp arkaya yaslandım. Masanın üstünden eğilip burnuma bir viske vurdu. Kesinlikle etkilenmiştim ama belli etmeyecektim.
"Hayır sadece... Senin gibi bir kızın benimle buluşmak için bu yolu kullanması saçma geliyor."
"Gelmesin Ulaş beyciğim çünkü ben bu zamana kadar kimse ile çıkmadım ve nasıl olur bilmiyorum. Yani seni nasıl çağırabilirdim ki?" Gözlerini kısıp gözlerimin en içine baktı.
"Bende şu zamana kadar kimse ile çıkmadım. Yani maalesef bu sorduğun sorunun cevabını bende bilmiyorum." Heyecanla öne doğru geldim.
"Gerçekten mi?" Gözlerimin içinin parladığına emindim.
"Gerçekten." Tebessüm etti. "Asıl sana gerçekten mi?"
"Gerçekten."
"Derslere yakında başlarız o zaman. Yani bu yakın tarih seni ne zaman özlersem."
"Ya beni hiç özlemezsen Ulaş?"
"Ben seni tanımadan bile seni özlüyordum Neşe. Şimdi özlememem imkansız olur."
"Peki sen felsefe derslerini ne zaman istersin?"
"Bana sorma ben her gün derim."
"Her gün yaparız o zaman." Bu adama ben aşık oluyorum galiba. Ondan sonra kalkana kadar hiç konuşmadık. Hesabı ödedi ve kafeden çıktık.
"Seni evine bırakmamı ister misin?"
"Olur. Yorulmayacaksan tabii." Bana sen iyi misin bakışı attı. Sustum önüme döndüm. Ben bir adım önde yürüyordum. Hiç konuşmadan yürüyorduk sadece. Eşsiz bir zaman dilimiydi benim için. Zaten onun varlığı eşsiz geliyordu. Evin önüne gelince durdum.
"Burası. Burada yaşıyorum."
"Ailenle mi yaşıyorsun?"
"Hayır tek yaşıyorum."
" Anladım." Elini ensesine atıp kaşıdı. "Bende buraya yakın oturuyorum. Hemen iki üst mahalle."
"Yaa yakın olmamıza sevindim."
"Bende." Biraz daha durup bakıştık. Onun gitmeye niyeti yoktu. Benimde ondan ayrılmaya.
"O hâlde seni daha fazla tutmayayım. Görüşürüz."
"Görüşürüz Ulaş bey." Tebessüm etti. İki parmağını şakaklarına atarak selam verdi ve gitti. Gidişini izlemek kalbime tanıdık o sızıyı bırakmıştı.
:)
Hepinize iyi bayramlar :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzündeki Sonsuz Neşe -Texting-
Short Story"Ulaş," "Efendim?" "Kalbine giden yol neyden geçiyor?" "Kalbime giden yol Neşe," Yüzünden eksilmeyen tatlı gülüşüyle saçımı kulağımın arkasına attı. "Seni istemekten geçiyor."