Müzik beni rahatlatan şeylerden birisiydi her zaman. Hayatımın her anında müzik vardı. Her zaman dinlerdim. Özellikle geceleri. Herkes uyumuşken, etraf sessiz ve karanlıkken müzik dinlemek odamın siyahlığına vuran beyaz ışık gibi kulaklarımı ve ruhumu dinlendiriyordu. Şu an sakinleşmem benim için en doğrusu olacaktı. Zaten sakin olmam, içinde bulunduğum duruma en yakışır olan şeydi. Ve ben sakin olmaya çalıştıkça daha çok sinirleniyordum. Hiçbir zaman sakin olmak istediğimde olamamıştım. Sinirlerime hakim olamıyordum. Sinir sistemim benden bağımsız hareket ediyordu.
Bacak bacak üstüne atmış, havadaki ayağımı hışımla sallandırıyordum bir ileri bir geri. Rahatlatıyordu aslında. Ufak bir sinir atması da diyebilirdik buna. Bazen yapardım, çok stresli olduğum zaman. Hem sinirden tırnaklarımı yiyordum hem de ayağımı sallıyordum.
Saat gecenin on biriydi sanırım. Evet gece gece parkta yalnız başıma oturuyordum. Park mayıs ayına göre oldukça soğuktu. Geceleri zaten genellikle hava gündüze nazaran soğuk olurdu. Soğuğu severdim hep. Soğuk hava bence rahatlamak için en uygun şeydi.
Soğuğa çıkınca aklındaki her şey birer birer gidip yerini sıcağı düşünmeye bırakıyordı. Soğuk hava düşünmeyi engellerdi. Aklım, beynim; sorunlarımı, dertlerimi, problemlerimi bir yere bırakıyordu. Kısacası sorunlarımı düşünme fonksiyonlarım yok oluyordu ve beni sıcağı düşünmeye itiyordu. Bazen de soğuk havadan çıkıp, sıcak havaya girdikten sonra parmaklarımda oluşan karıncalanma hissi hep hoşuma gitmiştir. Bu sefer soğuk hava beni sıcağı düşünmeye itmiyordu, plan kurmaya itiyordu. Eğer planım işe yararsa bu hissi yaşamış kadar olacaktım, belki de daha iyisini.
Ben intikam alma düşüncelerimle ve şu an ki durumumla boğuşurken onları izliyordum. Karşımda böyle durmaları. Ah, beni çıldırtıyordu, zıvanadan çıkıyordum resmen. Ama birazdan geçeceğini umuyordum, geçmeliydi çünkü. Onları izlersem belki aklıma bir şey gelir fikriyle gözetliyordum.
Benden ayrılması yetmiyormuş gibi bir de sevgili yapmıştı kendine. Bu kadar alçalabilmişti. Ve şu anda da fingirdeşiyorlardı. Evet aynen fingirdeşiyolardı. Plan yapmalıydım ve aklıma hiçbir bok gelmiyordu.Gözlerim, ellerim, kollarım, kalbim kısacası her yerim intikam ateşi ile yanıp sönüyordu. Soğuk geceye rağmen içimdeki intikam hissi, intikam ateşi her yerimi yakıyordu. Bunun verdiği sıcaklık sadece içimi yakmıyordu, sadece içimi kavurmuyordu. Dışım da yanıyordu. Arada bir gelen yanma hissi de vardı üzerimde. O his geldiğinde üstümdekileri atmak geliyordu içimden. Eğer bu gece bir plan kuramazsam psikolojim açısından kötü olabilirdi. Sadece psikolojim değil aklım hep bu gecede kalırdı. Kendime ve çevremdekilere zarar verebilirdim.
Eslem bana Buğra parkta deyince apar topar çıkmıştım evden. Anneme de cüzdanımı Eslemlerde unutmuşum oraya gidiyorum demiştim. Yalan söylemiştim yani. Pek yalan söyleyen bir insan değildim, olmamıştım da hiç. Çok zor durumda kalmasam söylemezdim de zaten. Yalan söyleyince içim huzursuz oluyor, kendimi rahat hissetmiyordum. Ama anneme doğruyu söyleseydim beni evden çıkarmazdı. O yüzden söylememiştim, yalanı tercih etmiştim. Kötü olanı.
Kulaklığımı kulağımdan çıkardığım anda bir hapşırma sesi duydum. Kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Yan bankta bir çocuk vardı. Çocuğu parkın yansıttığı loş ışıkla biraz inceleme fırsatı geçirdim. Belini biraz eğmiş, dirseklerini dizinin üstüne yerleştirmiş telefonuyla ilgileniyordu. Yan profiline bakabiliyordum ancak. Yüzü güzeldi, oldukça güzel. Kusursuz yüz hatlarına sahipti. Kaslıydı. Deri ceketinden belli olacak kadar.
Ben onu incelerken Buğra'yı unutmuştum. O tarafa çevirdim kafamı bu sefer. Buğra ise hala orada o kızla birlikteydi ve halinden hoşnut gözüküyordu. Ben ihanetin eşiğinde, dibi gözükmeyen kuyuya düşmemek için çırpınırken o gayet de neşeliydi. Uçsuz bucaksız uçurumun kenarında gibiydim. Ya ben planımı bulup gerçekleştirince görünmez köprü açılacak uçurumdan düşmeyecektim ya da plan bulamayıp, gerçekleştiremeyip uçurumdan düşecektim. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şey yapmamış gibi gülüyordu.
İhanete uğrayan milyonlarca insandan sadece bir tanesiydim ben. İhanet bütün iyi duyguları yok edip kötü duyguları geride bırakıyormuş. İhanete uğramak çok kötü bir duyguymuş bunu anladım. Kalbim bile artık bana inanmazken ona hiçbir zaman inanmazdı. Kalbim bana ben de kalbime inanmıyordum artık. Gururumun kırıldığı, kalbimin paramparça olduğu, onurumun zedelendiği yüzümden bile belli olabiliyordu. En azından gözlerimin etrafında oluşan mor halkalardan.
Yan bankta oturan çocuğun yanına gidip ona çıkma teklifi etmeyi düşündüm. Bunu ben düşünmüştüm, evet ben. Bu çocuk eğlenceye düşkün birine benziyordu. Zengindi de üstelik. Yani en azından ben öyle tahmin ediyordum. Benim ona ettiğim teklifi kabul edecekti. Etmeliydi. Şu an için en iyi fikir buydu bana göre. Tek amacı eğlenmek olacaktı.
Sanki yan tarafımdaki çocuğu çıkaracakmışım gibi bir his vardı içimde. Ufak bir ipucuyla tanıyacakmışım gibi. Ama dilimin ucuna gelen bu şeyi anlamdıramıyordum. Tanımıyordum ama hatırlıyordum bir yerden. Daha önce kesinlikle görmüştüm.
Çantamdan beyaz renkli, küçük aynamı çıkardım. Parkın loş ışığında olabildiğince kendime çeki düzen vermeye çalıştım. Evden biraz harap bir şekilde çıkmıştım. Eslem beni aradığında elimde onlarca peçete, bağdaş kurmuş, fotoğraflarımıza bakarak, yatakta ağlıyor pozisyonundaydım. Ama Buğra'nın 1 günde sevgili yaptığını, beni okulun en kaşar kızıyla aldattığını duysam ağlayıp kendimi üzmezdim. O beni çok sevdiğini söylemişti. Beni bırakmayacaktı hiçbir zaman, söz vermişti bana Buğra. Biz sonsuza kadar mutlu olacaktık. Çocuklarımız olacaktı. Bahçemizde koşacaklardı. Bana aşıktı. Ben de ona aşıktım. Ama artık sadece nefret duygusu besliyordum içimde ona karşı. Tiksinç duygularımın tamamı şu an ona öfke kusmak istiyordu. Ama bu duygularımı, planımı gerçekleştirince rahatlatacaktım.
Bunları düşünüp yürüyordum çocuğun yanına. Fark ettim de bankların arası bayağı uzunmuş. Çocuğun yanına geldim. Hafifçe boğazımı temizledim. Odağını telefondan çekip bana çevirdi. Tek kaşını kaldırdı. Yani bu da benden bir açıklama beklediğinin göstergesiydi. Yaptığı çok havalıydı. Ben de kaldırabiliyordum tek kaşımı. O nadir insanlardandım yani. Ama sadece sol kaşımı kaldırabiliyordum.
"Pardon. Bir şey sorabilir miyim acaba?" dedim onun tek kaşını kaldırmasına karşılık.
Hala bana bakarak:
"Ne konuda?"
"Benimle 10 dakikalığına sevgili olur musun?" deyince afalladı çocuk. Yüz hatları gerildi. Kafasını geriye düşürdü. Kaşlarını da hafif kaldırdı. Galiba hayatında ilk kez çıkma teklifi alıyordu. Şaşırdım doğrusu. Yüzünü bana çevirince uzaktan gördüğümden daha yakışıklı olduğunu anladım. Böyle bir çocuk ilk kez bir kızdan böyle bir teklif almamıştır heralde diye düşünmeden alamadım kendimi.Ben cevabını dört gözle beklerken o da ayağa kalktı ve eski sevgilimin olduğu tarafa baktı. Çok kısa bir süre onları inceledikten sonra yüzünü bana çevirdi. Yüzü sanki alaylı bir hale bürünmüştü. Sanırım anlamıştı ona neden böyle bir şey teklif ettiğimi. Yardıma muhtaç, sabırsız ve meraklı gözlerime çevirdi gözlerini. Mor halkaları umursamadan gözlerime bakıyordu. Cevabını merak eden mor halkalı gözlerime bakıyordu gözleri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
10 DAKİKA
Randomİnsan hayatın ne zaman, ne getireceğini bilemiyor. Bazen sevinip, bazen üzülüyor. Sırlar mezarlığına gömülü ruhunu arayan bir kızın ve o ruhu bulmasına yardımcı olabilecek bir erkeğin hikayesi bu. Gece, yalnız başına, soğuk bir parkta intikam ateşi...