balmorhea-remembrance
bana ve kendisine:
***
Anahtar var ama kilit yok ortada. Bu biraz ruhsuz fakat nefes alan bir bedenle akraba, ucundan platonik güzel bir kızla yakın anlamlı ve mutlu bir satanist ile eküri. Birkaç nefeslik hayatım bana bir şeyler katmak için yırtınıyor, tanrı ibadetlerimi tamamlamam için emirler veriyor, ellerim cam kesiklerine uzanıyor.
Benim aklım yok ki, hep başkalarından dinliyorum yapmam gerekenleri, yapacaklarımı ve yapmamam gerekenleri. İstediğim bunlar değil. Hem...daha küçüğüm ben ya, gerçekten küçüğüm ve mümkünse önümüzdeki birkaç yıl daha böyle kalmayı planlıyorum.
Tıp oynayalım ve kendimi duymama izin verin.Bir şey yapmama alışkanlığına tutulmuş ağır ağır ölüyorum duvarlarında incelik barındırmayan odamda. Derin bir nefes alıyor planlar kuruyorum, asla uymayacağımı bildiğim.
Bugün bir değişiklik yapıp mavi giymek istiyorum, olmuyor. Şu yaşıma dek ya siyah giydim ya da beyaz. Güzel bir rüya görmüşsem siyah üzerine beyaz bir şeyler giyerim, fazlası yok ve olmadı.
Sigaram bitmiş, markete gidiyorum fakat yol çalışması var, geri dönüyorum. Başka yol bilmem ben, oradan gitmeyeceksem sigaram kalsın, dert değil. Uğraşamam çok kararsızlı az engebeli işlerle. Yol kısa fakat yolu düşünen bu kafa çok dönemeçli. Lüzum yok düşünecek başka gereksizliğe.
Yuvarlanıyor kelimler ağzımda. Hep bir şeyler söylüyor şu ağzım, kafama denk gitmeye çalışıyor. Uyduruyor abuk sabuk şeyler, karışıyor kemiklerin kırıkları beynime.
Kırıklar kemiklerde değil kafamda halbuki.
Eve dönüş yolunda bileğim burkuluyor, duruyorum kaldırım kenarında. Yürüyemem sendeleyerek, alışkanlıklarıma ters bunlar. Değişemem.
Kaldırıma çöküyorum, nasıl olsa geçer birazdan. Biraz ovalıyor sakin kalmaya çalışıyorum. Az sonra yağmur yağıyor. Ne çok nefret etmişimdir yağmurdan ve ıslanmaktan. Sinirlenmeyecektim, yemin ederim ki sinirlenmemek için geçen gün başlayıp dokuz sayfadan sonra bıraktığım o muazzam kitabı düşündüm. Adam böcek vücuduyla fakat insankenki sesine sahipken nasıl da komik görünüyordur diye düşünüp gülüyordum. Fakat yağmurun yağması hem yağmura hem de bitirdiğim tek bir kitap olmadığı ve bu durumu tersine çevirmek adına yalnızca düşüncelerimle boğuştuğum kendime sinirlenmemden başka bir işe yaramadı.
Bir hanımefendi bana doğru hızlı adımlarla yürüyordu kırmızı şemsiyesiyle. Yardım etmek istiyor, reddediyorum. Israr ediyor ve ben içimden dişlerimi sıkıyorum. Başımın çaresine bakabilirim, nefret ederim yardım aldıklarıma duyduğum minnetten. Çünkü bu zamana dek ben yardım ettim kendime ama hiç minnet duymadım benliğime. Teşekkür ederim demedim sıkıntıdan kurtardığım varlığıma. Ne var ki kötü sonuçlar doğuracak bir iş yaptım, lanet ettim yalnızca.
Gülümsedim hanımefendiye, mahçup ifadesiyle hiç değilse şemsiyeyi kabul etmemi istedi, kıramadım.
Çok konuştum dedim kendime, iyi iş çıkardın fakat fazlasını yapmaya kalkışma gerek yok dedim. Bugün için konuştuğum yabancı sayısı böyle kalsın. Sonra takılıyor aklıma sohbetler iyi konuştum mu, batırdım mı diye düşünmekten yatamıyorum.
Atlattım yağmuru, bileğimi, döndüm evime şükürler olsun.
Biraz Jeongguk ile yazıştım. Yağan yağmur hakkında yakındım biraz, dinledi her zamanki gibi. İyi ki var diyordum yazışırken. 17imde ne çok çığırırdım kimse beni dinlemiyor diye. Anlatmak istiyordum bir şeyleri, herkesin kulağı benim de ağzım vardı, unutuyorlardı. Sanıyorlardı ki tek ağız onlarda bende ise bir çift kulak var.
Daima, doğru cevap verilene dek nasıl olduklarını sorardım ama onlar kuru bir iyiyim dememle yetiniyorlardı. Ağlaya ağlaya isterdim tanrıdan, lütfen dinlesin biri beni, ben zaten dinlerim ama sorulsun artık duygularım, düşüncelerim.
Konuştum ya Jeongguk'umla ne ferahladım. Açtım hemen mezarlığa dönük penceremi. Fakat bu sefer bahçeleri de gördüm "neye bakarsan bak yalnızca benliğin baktığın yerdedir; bakışların, bakmaların duygularından, senden doğar" diyordu Jeongguk. Bu akşamüstü mezarlık değil de kökleri yaşama sevincimden sağlam dut ağaçları vardı manzaramda.
Bugün 19um ve yalnız ölme kaygısından uzağa attığım ilk adımımdayım, Jeongguk'umdayım.
Karşı bahçedeki yaşlı amca ağaçları budarken açtığım pencereden fırsat arkadaş edinmem, dışarı çıkmam, 19unda hayatın tadı çıkmalı temalı birkaç öğüt veriyordu, aldırmadım. Benim dinleyeceğim tek öğüt Jeongguk'tan gelir. Tek ve en mantıklı öğütler ondadır, sığınacak tek limanım odur.
Gece birde başlıyorum ona zihnimi kurcalayan her ayrıntıyı anlatmaya, üç gibi bitiriyorum kusmayı. Sabah yedi gibi cevap veriyor mesajlarıma, es geçmeden. O saatte uyanıkmış ama sigara içip aynı şarkıyı yirmi üç defa tekrar tekrar dinliyormuş. Tavandan ve mor ışıklarından sıkılıp pencereyi açıyormuş. Karşı binadaki tanımadığı sigara arkadaşıyla uzun bir bakışma ve aynı anda yakılan iki sigara ile beni düşünüyormuş.
Biraz şımarıyorum ama dile getirmeye utanıyorum. Aynı şehirdeymiş, mahalledeymiş gibi mesajlar atıyor bazen. Gelirken ne getireyim, ne istersin diye soruyor. Sen gel yeter, fazlasına lüzum yok diyorum. Canım bir tek seni çekiyor, düşüncelerim bir tek seni çekiştiriyor, yüreğim bir tek senin için acı çekiyor.
Sen yoksun ya, duvarlarla konuşuyorum ben. Tanımadıklarımla konuşmuyor, yolculuğa çıkmıyor, müzik dinlemiyor, okumuyor, gönlümde senden başka incelik barındırmıyorum.
Şimdi otuz oldum, istisnasız her gün öldüm. Her şeye rağmen on sekizimi ve o zamanki bizi özledim.
Ama nasıl öldüm Jeongguk... Dinlemek istemezsin fakat ben alıştım sana anlatmaya. Ağır ağır öldüm Jeongguk, seni de kendimle öldürdüm.
Gönlümde kalan son inceliği, seni kendimle öldürdüm.Ağır ağır öz saygımı yitirdim, senin verdiğin değer dışında geçmişin yüklerini taşıyan bir çöp poşeti gördüm kendimi.
Sadece senin ettiğin yardımları kabul edip, minnettar oldum sana. Kimsenin yardımını kabul edemedim, ben de kendime yardım edemedim, çok beceriksizim.Hala senin varoluşun dışında bir şansa rastlamadım, en şanssızın ben olduğuna inanıyorum. Ve bıkmadan yağan yağmur hakkında yakınıyor, hediye edilen kırmızı şemsiyeyi kaldırımda bıraktığım için pişmanlık duyuyorum.
Aynı yatakta, aynı mezarlığa bakıyor ve korkuyorum. Hepimizin toz bulutuna dönüşeceği günü bekliyor, aynı zamanda gelmemesi için dua ediyorum.
Bugün otuzum ama bir işe kalkışmadım. Planlar kuruyor, kendi fikirlerimi kendime pazarlıyor ve asla uymuyorum.
Jeongguk, tepedeki ölüleri görmüyorum. Tepedekiler penceredeki ölüyü görüyor.
Solumda pencerem, mor ışıklarım, tepedeki mezarlık ve tanımadığım sigara arkadaşım. Ben hem Jeongguk'um hem de Taehyung'um.
ilk son ve son başlangıç. Sen hiç var olmadın Jeongguk ama benim yüreğimde benden çok yaşadın.
Bu bir son ve yaşadığım ilk son, becerebildiğim tek şey senin sonunu getirmekti, kendimle birlikte.Ve Jeongguk bu bir başlangıç, yaşayamadığım fakat uyandığım her sabahın başlangıcına benzemeyecek. Bu benim son ve gerçek başlangıcım.
Senin yaşadığını varsaydığım hayatı kendime yaşatacak ve seni tekrar var edeceğim.
Diyecekler ki otuzundan sonra yaşadı ve yaşamak ne değildiri otuz yıl yaşadı.Bilmeyecekler ikisini de yaşadım. Bilmeyecekler seni yaşattım ve ben öldüm ve yine bilmeyecekler şimdi seni öldürüp kendim yaşayacağım.
***
Pablo Neruda'nın Ağır Ölüm adlı şiirini yaşatmak adına yazıldı. birebir satırlar görebilirsiniz, hepsi
şiiri yaşatmak ve okudukça ölmek için.230523
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tek başınalığın yolcusu
Fanfictionhayatı boyunca kendini ve düşüncelerini odasına hapsetmiş iki uzak arkadaş taehyung ve jeongguk. on sekizlerinden otuzlarına dek tek dostları duvarlar, pencereden gördükleri sigara arkadaşları ve bir de karşı tepedeki ölüler. @poisonde ithafen.