İstanbul'un bir hastahanesinde, ölümle burun buruna gelip de ölüme meydan okuyan bir kadınla tanışmıştım. Orada yatan binlerce kimsesiz hastaya dost, kardeş, bir aile olmak bana huzur veriyordu. Onları güldürmek, mutlu etmek beni de mutlu ediyordu. Onunla tanışmamız da bu vesile ile olmuştu zaten. Onun hayat hikayesi beni kendine bağlamıştı. Her hafta iş çıkışlarında vakit bulduğum müddetçe ziyarete gelirdim. Neden bilmiyorum ama o kadında beni kendine çeken birşey vardı sanki. Göz yuvarlarının yanlarında, yaşadığı hayatın zorluğunu derin ve sık çizgiler belli ediyordu. Kömür gibi simsiyah gözleri birçok anlam barındırıyordu içinde. Hafifçe tombul ve kapalıydı. Her gidişimde, lila üzerine beyaz puantiyeli baş örtüsünü örterdi başına. Çok güzeldi...
Ona masallar, hikayeler, romanlar okurdum. Her gidişimde, hayat mücadelesine yenilmiş bir kadın görmeme rağmen ona "Bugün daha iyisin maşallah." diyip sohbete başlardım. Fakir bir ailenin tek çocuğu olduğunu, okuyamadığını anlatırdı bana. Göz yuvarlarından inen yaşlar, pembe uzun geceliğine değil de yüreğine damlıyordu sanki. Güçlüydü. Yaşadığı o zor zamanları anlatırken bile yüzünden insana huzur veren gülüşü eksik olmazdı. Bir keresinde babasını kaybettikten sonra hasta döşeğinde olan annesine bakabilmek için hırsızlık yaptığını dahi söylemişti bana. "Nasıl karar verdin? Günah değil mi başkasına ait olan birşeyi çalmak?" diye sorduğumda bana, içinde yorgun ama hala güçlü olan bir bakış atmıştı. Bir ara öylece susup kaldık ikimizde. Göz ucuyla baktığım heran bir damla daha yüreğini acıtıyordu. Sorduğum soruyu kendi içinde cevaplayıp gözleriyle bana aktarıyordu sanki. Bir bardak su istedi benden. O yorulmasın diye kendi ellerimle içirdim suyunu. Başladı anlatmaya herşeyi:
"Günah kızım. Biliyorum bunu. "dedi ve bir kaç damla daha içini parçaladıktan sonra devam etti konuşmasına:
"Çok küçüktüm. 8-9 yaşlarında ya varım ya da yokum. Annem o zamanın en zor hastalığından olan Verem'e yakalanmıştı. Doktorların bile çare bulamadığı bir hastalıktı bu. Onlarca insan hayatı sönüp gitmiş bu illet dolayısıyla. Babam madenci idi. O zamanın en yaygın işiydi madencilik. Babam, işe ilk gireceği zaman annem "gitme" dediydi de anlayamamıştım. Meğersem, canlı canlı ölüme gitmekmiş diğer adı... Bir maden kazası sırasında göçük altında kalmıştı. Babamdan bir kaç ay sonraydı zaten annemin o hastalığa yakalanması. Babam beni okutmak isterdi de ben istemezdim. Eve gelen üç kuruşu da okul masraflarıma harcamam doğru olmazdı kendimce. Evde, anneme yardım eder hatta çoğu işleri ben yapardım o yorulmasın diye.
Bir gün, babamın ölüm haberi gece kondumuza bir kara bulut gibi çökmüştü sanki. Annemin feryat figanları arasında dayanıklı durmaya çalışıyor, taziye için gelen misafirleri ben ağırlıyordum. Herkes gittikten sonra annemin dizine kafamı koyup, gün boyunca içimde biriktirdiğim haykırışları annemin dizinde son buldurdum. Birkaç saat öyle ağladığımı bilirim. " diyip göz ucuyla bana baktı. Herhalde, dinleyip dinlemediğimi tespit içinde bu bakış. Ama her neyse sol yanıma saplanıp kaldı..."Ee" diyip devam etmesini istedim gözlerimi gözlerinden kaçırarak. "Bilirim ya... Neyse. Bir ay sonraydı sanırım. Dur bir dakika... Evet, evet. Tam bir ay sonra annem o hastalığa yakalandı. Komşular, doktor amcayı getirip anneme batırdılar. Sağolsunlar muayene parasını da onlar karşılamıştı. Doktor, annemin çok iyi bir hastahanede gözetim altına alınmasını söylemişti. Tabi para gerekliydi...
Çok zordu be kızım. Ne yapacağımı, ne edeceğimi bilemedim. Çalmak tek kurtuluşuydu hem benim, hem annemin. Birden aklıma gece kondu mahallemizin az ilerisinde varlıklı bir ailenin oturduğu geldiydi. İçimde, dolup taşan bir cesaretle kafama koydum. Bu gece çalacaktım para eden ne varsa herşeyi. Annemi, komşular hastahaneye yatırmış fakat "parayı nasıl denkleştireceğiz? " diye düşünüyorlardı. O gece, ne yapacağımı hatta yapıp yapmayacağımı düşündüm. Biranda doğruldum oturduğum hasır minderden. "Annem için... Annem için..." diyip çıktım sokağa. Çok karanlıktı her yer. Sokakta hiçbir canlı yoktu. Bir ben birde o eve giden yol vardı...
Cesur bir kızdım ben. Öyle olmalıydım... Kafamda onlarca düşünce ile evin önüne gelmiştim. Ayaklarım, geri gitmek istedi adeta. Adım atamadım... Cesaretimi toplayıp, biranda dalıverdim içeri bahçe kapısından. Evin arka sokağa bakan Handan Hanım'ın odasının camı açıktı. Bir yılan gibi içeri süzülmüş, adımlarımı hafif ve hızlı bir şekilde atıyordum. Aynalı bir komidinin çekmecesinde parıltılı mücevherleri vardı. İçim acıdı o an. Kafamı çevirip mışıl mışıl uyuyan Handan ablanın yüzüne gitti gözlerim. Döküldü ya gözlerimden bir kaç damla daha... "Hayır! Günah."dedim içimdeki o yersiz cesaretime." Peki ya annen? Annen ne olacak? "dedi sanki biri. O an ne yapacağımı bilemedim. Ayaklarım, bangır bangır bağırıyordu" Gel, yapma! "diye. Kalbim acıyor, aklım karmakarışık olmuştu." Allah'ım ne yapmalıyım? "diyip haykırdım içimden. Kalbimle aklım arasında adeta bir savaş çıkmış, her ikisi de" Benim dediğim olacak! "dercesine bağırıyordu birbirine. Tam o anda Handan ablanın kocası, Samet amca arkamda beliriverdi. Ne yapacağımı bilemedim. Utandım... Yüzüm sanki güneşe meydan okuyordu. Samet amca, beni oturma odasına götürüp oturttu karşısına." Anlat kızım. "dedi, insana huzur veren o sesiyle..." Ne yapıyordun, hatta neden yapıyordun? "dedi." Annem Samet amca... Annem... "diyebildim usulca. Sonra, gözümden dökülen yaşlar kalbime battı damla damla... Anlattım herşeyi. " Çok cesursun. "dedi bana." Yaptığın her ne kadar yanlış da olsa kızamıyorum sana. Anne bu... Kolay değil tabi. O acı, insana bazen yanlış şeyler de yaptırabiliyor. "dedi. Çıtım çıkmadı. Utandım. Keşke o an Allah beni yanına alsaydı dedim. Ama, ona da utandım. Böylesine kirli bir şekilde oraya da yakışmazdım ben... Samet amca, uzun bir sessizlik ardından sordu" Ne kadar lazım?" dedi. "Çok pahalı dedilerdi bana Fatma teyzeler. Ben de.... Ben de böyle birşeye karar verdim." dedim. "Bu gece mşsafirimsin Küçük Hanım. Hiçbir yere bırakmam seni." dedi. Birşey diyemedim. Kafamı öne eğdim sadece.
Sabah, Samet amca ısrarla kahvaltı ettirdi bana. Masada yiyorlardı. Masanın üstünde birçok yiyecek vardı ama ben sadece zeytine odaklanmıştım. Bir keresinde babam ilk maaşına eve zeytin ve birkaç birşeyle gelmişti de ordan biliyorum. "Minik Kömür" adını vermiştim ona. Çok sevmiştim. Bitmesin diye yemeyip, seyre daldığım saatler olmuştu.
Yemeğimizi yedikten sonra Samet amca, beni annemin yanına hastahaneye götürdü. Odaya tam girecekken ben, Samet amcanın gözlerine gözlerimle yalvardım. "Anneme söyleme..." dercesine. Başımı okşayıp gülümsedi. "Hadi kızım." dedi. Odanın kapısını usulca açtım. Annem uyuyorsa gürültü olmasın diye. Yatağında yoktu. Korkarak "Anne" dedim titrek sesle... Küçük odanın her yerini aradım. "Anladım, saklambaç oynuyorsun benimle. Ama boşver anne, oynamayalım. Çık ortaya." dedim. Çıkmadı.. "Anne, hadi..." dedim bağırarak. Kapının önünde geçen gün gördüğüm doktor amca vardı. Hemen yanına koştum. "Annem?" dedim. Kafasını eğdi. "Doktor amca, annem nerede?" dedim. "Kızım, nasıl desem bilemiyorum. Metanetli ol yavrum. Anneni dün gece kaybettik." dedi. Kaldım... Babamda olduğu gibi öylece kaldım olduğum yerde. Döndüm yatağa baktım, usulca "Sende mi anne..." dedim sessizce. "Sende mi gittin beni bırakıp...."
Ertesi güne Fatma teyzeler, Mehmet amcalar evimize bu kez de annem için taziyeye geldi. Her "Başın sağolsun"a tebessümle cevap verdim.
Samet amca, o günden beri beni tek bırakmadı. Birkaç gün benim yanımda, gece kondu da kaldı. Gitmek istemedim onların evine. Nasıl gidebilirdim ki... Samet amca," Gel hele, otur yanıma. Sana diyeceklerim var. "dedi. O mindere, ben yere oturdum." Ben, yıllardır bir kızım olsun istedim ama Allah nasip etmedi bana. Diyorum ki, Allahtan yıllar önce istediğim kızı o gece benim evime hırsız olarak mı yolladı acaba diye düşündüm o günden beri. Bak kızım, bu yaşta tek başına yapamazsın. Hayat zor. Sen bunu bu yaşta yaşadın, biliyorsun. Ben daha fazla yaşama bu zalim hayatın zorluğunu diye kızım olmanı teklif ediyorum sana. "dedi. Birşey diyemedim. Annemi, babamı düşündüm. Başka çarem yok gibi göründü o an. Gözlerimi gözlerinden çekerek mahçup bir şekilde" Siz nasıl isterseniz. "dedim. O an yüzünde daha önce hiç kimsede bu kadar içten bir şekilde görmediğim bir gülümseme gördüm." dedi. Gülümsedi kendisi de... "Bir süre sonra ben artık onların kızı olmuştum. Beni okula göndermişlerdi. Büyümüş, genç bir kız olmuştum. Liseyi, okul birinciliği ile bitirmiş, ailemi, Samet amcayı gururlandırmıştım." Acaba annem ve babam da kızlarıyla gurur duyuyor mudur? " dedim. Sonra içime bir hüzün çöktü." Yoo, ağlamamalıyım. Beni böyle görmesinler. " dedim.
O yıl, üniversite sınavlarına girip istediğim bölümü kazandım. Avukat olmuştum... Bunu kutlamak için Samet amcam, ben ve eşi Handan Hanım'ı yemeğe götürmüştü. Herşey de o yemek sonrası oldu ya zaten... Yemek dönüşü Samet amcama, karşı şeritten gelen bir araba çarptı. Bir tek o anı hatırlıyorum... Araba, tuzla buz olmuş. Diğer araçtaki sürücü, ağır yaralı imiş. Doktor, muayene etmeye geldiğinde "Verilmiş sadakan varmış kızım, o kazadan bir tek sen kurtulabildin. Başın sağolsun..." dedi. Bir kez daha yıkıldım.
Hastalığımı o zaman söylememişti doktor. Yaş ilerledikçe daha da kötüleşmiş hastalığım. "dedi ve sustu. Bana baktı..." Kanser olduğumu buraya geldiğimde öğrendim. İyi huylu, kötü huylu diye ikiye ayırmış doktorlar bunu. İlk duyduğumda çok gülmüştüm yalan yok ya. "Kanserin huyu da mı olurmuş canım." demiştim kendi kendime. "dedi. Tutamadım göz yaşlarımı. Bıraktım... İçimi yaktı hepsi. Kaçırmaya çalıştım gözlerimi gözlerinden ama olmadı. Gördü göz yaşlarımı..." Ağlama, gül! " dedi bana. Gülümsedi kendisi." Ben cesurum. Ben, kanserle karşı karşıya geldim. Korkmadım,yıkılmadım. Hala nefes alıyorum. "dedi gülerek." Yanıma gel. "dedi. Takati kalmamıştı konuşmaya. Elimi alıp kalbine götürdü." Buranla yaşa... "dedi." Buranla yaşa... O seni kaderine götürecek. İyi yada kötü.... "dedi. Gözlerimin içine baktı. Gülümsedi. Sonra gözleri kapandı. Seslendim. Açmadı gözlerini. Olduğum yerde göz yaşlarımla boğuldum. O cesur kadın, bana ve hayata gülümseyerek veda etmişti....