Eğer İzmir'den gelen bir çocuk gibi
görünseydim,bunu bir avantaja çevirirdim.Ama görünüş olarak hiçbir yere uymuyordum.Yanık tenli,sportif,sarışın belki bir basketbol oyuncusu ya da futbol. Güneş vadisinde yaşamakla bağlantılı bir şeylere sahip olmalıydım.Sürekli güneş olmasına rağmen,ben mavi göz ya da kızıl saç ayrıcalığım olmadan,fildişi tenli bir çocuktum.Her zaman ince orta boylu ama dayanıksız olmuştum,bir atlet olmadığım kesindi;kendimi küçük düşürmeden,el göz organizasyonumu sağlayıp spor yapamıyordum,hem kendime hem
de fazla yakın duran herkese zarar veriyordum.
Kıyafetlerimi eski çam şifonyere yerleştirmeyi bitirdiğimde,içinde banyo malzemelerinin bulunduğu çantamı alıp yolculukla geçen günün ardından temizlenmek üzere ortaklaşa
kullandığımız banyoya gittim.Birbirne karışmış nemli saçımı fırçalarken aynada yüzüme
baktım.Belki ışıktan kaynaklanıyordu,ama şimdiden betim benzim atmıştı ve sağlıksız görünüyordum.Cildim güzel olabilirdi,çok berraktı,neredeyse yarısaydam görünüyordu ama bu
tamamen rengimle ilgiliydi.Yüzümde hiç renk yoktu.Aynada solgun yüzüme baktığımda kendi kendime yalan söylediğimi itiraf etmek zorunda
kaldım.buraya uyum sağlayamayacak olmam sadece fiziksel anlamda değildi.Üç bin kişilik okulda kendime bir yer bulamadıysam buradaki şansım neydi?Kendi yaşımdaki insanlarla iyi geçinemiyordum.Belki de gerçek şu ki,insanlarla iyi geçinemiyordum.Dünyada herkesten yakın olduğum annem bile hiçbir zaman benimle bir uyum
içinde,aynı fikirde olamazdı.Bazen dünyadaki insanların gördükleriyle aynı şeyi görüp görmediğimi merak ediyordum.Belki de bende bir sorun vardı.Ama nedeninin bir önemi yoktu.Önemli olan sonuçtu.Ve yarın sadece bir başlangıç olacaktı.
O gece ağladıktan sonra bile iyi uyuyamadım.Sağanak yağmurun sesi ve çatıdaki rüzgarın uğultusu bütün gece aralıksız sürdü.Rengi solmuş eski battaniyeyi kafama çektim,daha sonra
ona yastığımı da ekledim.Uyuduğumda saatler çoktan geceyarısını geçmiş,yağmur hızını
kaybedip çisentiye dönüşmüştü.
Sabahleyin pencereden görebildiğim tek şey kalın bir sis tabakasıydı,üzerime tırmanan klostrofobiyi hissedebiliyordum.Burada gökyüzünü asla göremezdiniz;burası tıpkı bir kafes gibiydi.
Amcamla kahvaltı sessizdi.Okulun ilk gününde bana şans diledi.Bu dileğinin boşuna olduğunu düşünerek ona teşekkür ettim.İyi şans benden uzak dururdu.Önce amcam,ailesi ve eşi olan
polis karakoluna doğru yola çıktı.O gittikten sonra,birbirleriyle alakasız üç sandalyeyle çevrilmiş meşe masanın üzerine oturdum ve koyu renk lambri duvarlı,parlak sarı dolaplı ve yerleri beyaz muşamba kaplı küçük mutfağını incelemeye başladım.Değişen hiçbir şey yoktu.
Okula çok erken gitmek istemiyordum ama evde daha fazla kalamazdım.Ceketimi giydim kendimi koruyucu bir kıyafet giymiş gibi hissediyordumve yağmura çıktım.
Yağmur hala çiseliyordu ama her zaman kapı saçağının altına gizlediğimiz anahtarı alıp kapıyı
kilitlerken beni ıslatmak için yeterli değildi.Yeni su geçirmez botlarımla suyun içinden yürümek sinir bozucuydu.Ayağımın altındaki çakıl taşlarının her zamanki çatırtısını özledim. Dilediğim gibi durup kamyonetimi seyredemedim;başımdan aşağıya süzülen ve şapkamın altına giren o sisli ıslaklıktan kurtulmaya çalışıyordum.
Kamyonetin içi güzel ve kuruydu.Bilal amca ya da amcam bunu temizlemişti ama açık kahverengi döşemeler hafifi tütün,benzin ve nane şekeri kokuyordu.Motorun çabucak çalışması içimi rahatlattı ama motordan gelen ses çok yüksekti,adeta hayata meydan okuyor daha sonra da
gürültülü bir şekilde boşta çalışıyordu.Bu kadar eski bir kamyonetin elbette kusuru olacaktı.Eski radyo çalışıyordu,bu beklemediğim bir artıydı.Daha önce hiç gitmemiş olsam da,okulu bulmak pek zor olamdı.Tıpkı diğer birçok şey gibi
otoyolun kenarındaydı.Okul olduğu pek anlaşılmıyordu,sadece üzerinde adı yazan işaret kamyoneti durdurmamı sağladı.Kızıl kestane renkli tuğlalardan oluşmuş,birbirleriyle uyumlu bir grup eve benziyordu.O kadar çok ağaç ve çalılık vardı ki,ilk başta ne kadar büyük olduğunu göremedim.Bunun neresi bir kuruma benziyordu?Kapısının üzerindeki küçük tabelada ÖN OFİS yazan ilk binanın önünde durdum.Benimkinden başka araç yoktu,bu yüzden buraya park etmenin yasak olduğundan emindim ama bu
yağmurda aptal gibi dolaşmak yerine içeri girip sormaya karar verdim.İsteksizce sıcacık kamyonetimden indim ve koyu renk çitlerle çevrelenmiş küçük taşlı yolda yürümeye başladım.Kapıyı açmadan önce derin bir nefes aldım.İçerisi iyice aydınlatılmış ve beklediğimden
daha sıcaktı.Ofis küçüktü,içeride katlanan sandalyelerin bulunduğu küçük bir bekleme alanı,turuncu benekli bir halı,gürültülü bir şekilde tiktaklayan bir saat ve duvarlarda duyurular ve ödüller vardı.Sanki dışarıda yeterince yeşillik yokmuş gibi,her yere büyük plastik saksılar içinde bitkiler konulmuştu.Oda,üzerinde kağıtlar ve parlak renkli el ilanlarıyla dolu tel sepetler olan uzun bir tezgahla ikiye bölünmüştü.Tezgahın ardında üç tane masa vardı,içlerinde birinde
kabarık kızıl saçlı ve gözlüklü bir kadın oturuyordu.Kızıl saçlı kadın başını kaldırdı.''Yardımcı olabilir miyim?''
''Ben Berk Sezen''dedim. ve kadının gözlerinin hemen aydınlandığını
gördüm.Bekleniyordum,o günün dedikodusu kuşkusuz bendim, Polis komiserinin ölen kardeşinin oğlu gelmişti.
''Elbette.''dedi.Aradılarını buluncaya kadar masasının üzerinde duran koca bir tomar belgenin içine daldı.''Ders progranız işte burada ve bu da okulun bir haritası.''Bana göstermek için
tezgaha birkaç kağıt getirdi.Derse gireceğim sınıflara göz atmış,haritada her birine en kısa yoldan nasıl ulaşabileceğimi
işaretlemiştim.Bana,günün sonunda buraya geri getirmek üzere,her öğretmene imzalatmam için
bir kağıt verdi.Bana gülümsedi ve tıpkı amcam gibi,burayı sevmemi umut ettiğini söyledi.Ben de onun gülümsemesine elimden geldiği kadar ikna edici bir şekilde karşılık verdim.
Kamyonetime geri döndüğümde diğer öğrenciler yavaş yavaş gelmeye başlamıştı.Trafik işaretlerini takip ederek okulun içinde dolaştım.Arabaların birçoğunun benimki gibi eski olduğunu görmek beni memnun etmişti.Hiçbiri göz alıcı değildi.Eski evim,sayılı düşük gelirli
mahallelerden birinde,Cennet Vadisi Bölgesi sınırları içindeydi.Öğencilerin ağırlıklı olduğu yerlerde yeni bir Mercedes ya da Porsche görmek olağan birşeydi.Buradaki en göze çarpan
araba gıcır gıcır bir Volvo'ydu.Yine de kendime bir yer bulur bulmaz motoru
durdurdum,böylelikle gürültüden dolayı ilgi çekmemiş olacaktım.Kamyonetimde haritaya bakıp ezberlemeye çalıştım;bütün gün elimde haritayla dolaşmamayı
umut ediyordum.Her şeyimi çantama doldurdum,çantamın askısını omzuma sardım ve derin bir
nefes aldım.Bunu yapabilirim,dedim kendime cesaret vermeye çalışarak.Kimse beni
yenemeyecekti.Sonunda nefesimi bıraktım ve kamyonetten indim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alacakaranlık(GAY)
VampireAnnemin ölümünün ardından amcamın yanına, ufak bir kasabaya taşındım. Burayı sevmem için bir neden yoktu, en azından öyle olacağını sanıyordum.