"Kaçmamız gerekiyor!" Acı dolu bir bağırış...
"Hayır... Onu almadan gitmem!" Batur'un bağırışları...
"Batur, hadi. Gelmek zorundasın." Ege'nin Batur'u ikna etme çabaları...
"Batur lütfen, gidelim..." Elif'in çaresiz ve hüzün dolu sesi...
"Abim... Abimi almadan hiçbir yere gitmem!" Batur avazı çıkığı kadar bağırıyordu.
"Rümeysa!" diye bağırdı Berk. "Sakinleştiricini ver, hemen!"
Rümeysa sakinleştirici iğneyle koşarak 16 yaşındaki mahvolmuş çocuğun yanına geldi. İğneyi kontrol ettikten sonra Batur'un koluna sapladı. Batur, Ege'nin kollarına bayılırken Elif arabanın kapısını açmaya gitmişti.
Savaşmışlardı; ölümlerine savaşmışlardı... Geçmişe dönmemiş, zehirli hançeri boğazlarına saplamamış, geleceğe bakmamış, kurşunu sıkmamışlardı. Orta yolda savaşmışlardı. Bu, onlara büyük bir kayıp vermişti.
Ecrin'in abisi ölmüştü, Serhat Bey ölmüştü, Selim ölmüştü, Burak ölmüştü, Buse ve Tuğçe ağır yaralıydılar... Ecrin, Ece ve Uralp hâlâ boğuşuyorlardı, geçmişleriyle...
Birinden vazgeçmişlerdi; istememişlerdi, vazgeçmek istememişlerdi.
Ama onlar kaçabilsin diye, Uralp kendinden vazgeçmişti...
Uralp kurşunu yemişti, geleceğin yalanlarının gerçek olmasına gitmişti; Uralp hançeri boğazına saplamıştı, geçmişinin gerçekleriyle yüzleşmeye gitmişti...
Ve şimdi ise dünyadan gidiyordu; iki yolu seçip sevdiklerini kurtarmanın tek yoluydu bu, kendisinden vazgeçmek.
Ege Batur'u arabaya bindirdi; kardeşlerinin ve Rümeysa'nın da bindiğinden emin olduktan sonra son kez arkadaşına baktı.
Kan içinde kalmış beden, hayatın acılarını yeterince çekmişti; büyüklerinin günahını üstlenmişti... Artık işi yoktu dünyada. Kendisine bakan Ege'yi gördü.
"Ege," dedi sessizce. "Hani canım yanmayacakı? Sana inandım, yıldızlara baktım, inandım; ve canım yandı..." Ege'nin gözleri dolmuştu, yağmur olup akacak göz yaşları sel olacaktı. Onun yanına gitti, sırtını ağaca yaslamış ve son anlarını yaşayan arkadaşına baktı.
"Özür dilerim Uralp." dedi; göz yaşlarını daha fazla tutamamıştı, ağlıyordu. "Sözümü tutamadım."
Uralp gülümsemeye çalıştı. "Tutamadın..."
"Uralp, seni koruyamadım." Ege acı içinde konuştu.
"Beni korumak zorunda değildin." Uralp zorlanarak nefes alıyordu. Ege hayatında hiç ağlamadığı kadar çok ağladığının farkındaydı. "Uralp, dayan; seni hastaneye götürelim, olur mu?" Uralp başını olumsuz anlamda salladı. "Yoruldum, Ege. Artık dinlenmek istiyorum..."
Uralp'in gözleri kapanmaya başlamıştı, her ne kadar arkadaşıyla son saniyelerini konuşmak istesede gözlerini açık tutma mücadelesi onu zora sokuyordu.
"B-Batur'a söyle..." Uralp artık konuşmakta zorlanıyordu. Gözleri doldu, bir damla yanağından aktı. "Onu sevdiğimi..." Uralp gözlerini kapattı.
Ege'nin ağzı mühürlenmiş gibiydi. Açılmıyor, konuşamıyordu. Uralp ona en başından beri edebi konuşmalar yapıyordu, sinirlerini bozuyordu. Bunlar aklına geldi Ege'nin.
Gözlerinden yaşlar akarken gülümsedi. Bir eli Uralp'in buz kesmiş elini kavradı. "Uralp," dedi sessizce hâlâ gülümserken. "Hani sen edebi konuşmalar yapıyordun ya, ben aslında onlara çok sinirleniyordum. Beni ne zaman döveceksin?"
Ses gelmedi...
Ege umutla yeniden denedi. "Sana getirilen yemeği sen uyurken ben yemiştim, sana yalan söyledim. 'Getirmediler' dedim.... Bana ne zaman söveceksin?"
Ses gelmedi...
Ege birkaç defa daha umutla denedi; arkadaşının kalkıp ona vurmasını istedi. Ona sövmesini istedi. Yapmadı...
Uralp gitmişti. Ege umudunu yitirdi; yavaşça kendisi bile fark etmeden umudunu kaybetti. Göz yaşları sel olurken arkadaşının elini bıraktı. Ayağa kalktı ve arkasını döndü. Birkaç adım atmıştı ki durdu ve arkasına döndü.
"Uralp, yıldızlara bakmadan gideceğim. İnanmak istemiyorum." dedi. Duymasa bile bilsin istedi. Canının yanmayacağını öğrensin istedi.
Göz yaşları yanaklarından akarken donmuştu, tepki veremiyordu. Göz yaşları akıyor, ağlıyor ama hissedemiyordu.
Önüne döndü ve arabaya doğru ilerledi, Kaplan'ın düştüğü çukurun yanından geçerken durdu ve çukura baktı.
"Sadece çocuklarınızı korumak istemiştiniz," dedi. "Bunun sonu böyle olmamalıydı..." Kendini suçlu hissediyordu. Uralp'in ölümünden, Kaplan'ın ölümünden ve diğer bütün ölümlerden sorumluymuş gibi hissediyordu. Bu onu kötü yapıyordu.
Öte yandan Ecrin, Buse, Tuğçe ve Ece'nin kaçması onu rahatsız etmişti. Sinirlenmişti, herkesin kötü olduğu bu savaşta kötülerin kötüleri ölmeliydi. Kötülerin iyi kötüleri değil...
Arabaya doğru adımladı, daha fazla burada duramazdı.
Savaş bitmiş, yaralar sarılmış, yeni yaralar açılmış, üstlerine tuz basılmıştı.
Kurtlar sofrasında kurt kalmamıştı, saavaşın kazananı da kaybedeni de belli değildi.
Ancak kimin intikam alacağı çok belliydi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DENEK -DENEY : 0001- DÜZENLEMEDE
Ciencia Ficción"Kaç yaşındasın?" "Se-Sekiz..." "Annenin adı ne?" "A-annem yok," dedi Uralp yutkunmaya çalışarak. Kadın gülümsedi. "Babanın adı ne?" Uralp sarışın kadının sorduğu soruyu düşündü. Zihninin ezberlediği ve sürekli söylediği yanıtı verdi. "Babam da yo...