dört

146 19 4
                                    


"...O yüzden bana işinin eri koruma rolü taslamayı bırak."

Aslında düşününce, haklı olan taraf oydu.

Kendi kendime planı unutup bir anda garip tavırlara girmiş, kendimi baya kaptırmıştım. Gereksiz yükselişlerim ve endişelerim de bu kadar boşunaydı, sadece kendimi yormuştum.
"Haklısınız, iyi akşamlar."

Aramayı sonlandırdıktan sonra telefonu yanıma attıktan sonra uzandım yatağıma biraz. Beyaz tavana baktım, gözlerimi kapattım. Belki de ettiği teklifi kabul ederek elimden gelmeyecek, beceremeyeceğim bir işin yükünün tam altına girmiştim. Şimdiden bu kadar pişmanlık duyuyorsam ilerleyen zamanlarda neler hissederdim kestiremiyordum.

Bana göre bir iş, her ne olursa olsun gereğiyle yapılmalıydı. Ben, eğer ki birinin korumasıysam ve bunu yapmamdan para alıyorsam; canım pahasına o kişiyi korumakla yükümlüydüm.

Ama şimdi yükümlülüğüm, bu yapmam gerekeni yapamamaktı. Aslında buna bu açıdan bakılırsa daha iyi hissedebilirdim, en azından belki içim rahatlardı.

-

"Burası mı?" Dedim kendi kendime. Uzun bir binanın karşısında tek başıma durduğumdan biraz utansam da çok sorun etmemeye çalıştım. Elimdeki telefona diktim gözlerimi, rüzgar bir yandan yüzüme çarpıyordu.

"Al bunu." Aniden gelen sesle önümde dikilen adama baktım. Bana uzattığı kağıdı elime tutuşturduğunda kağıda baktım, uçak bileti olması beklenmedik bir şey değildi. Elindeki araba anahtarını salladıktan sonra önümden ilerledi, otoparktaki arabayı açıp binmemi işaret etti.

Koltuğa oturduktan sonra yavaş yavaş kapıyı kapattım, arabanın yerinden hareket etmesiyle birlikte telefonumu cebime yerleştirdikten sonra elimi çeneme koydum, camdan dışarıyı izlemeye başladım.

Rüzgar şimdiden sıcak esmeye başlamıştı, yazı ve yazın geliş evresini seviyordum.

"Üşürsün." Dediğinde ona kafamı döndürdüm. Üstümdekiler ince de olsa hava sıcaktı, üşüyeceğimi sanmıyordum. Kendisi kalın gözüken sarı bir sweat giymişti ve güneş gözlükleri gözündeydi, giyinmesine bakılırsa üşüyor gibi bir hâli vardı.

"Siz üşüyorsanız kapatayım camı." Dedikten sonra bir cevap için onu izlemeye devam ettim, kafasını hayır anlamında salladıktan sonra tekrardan camdan dışarı bakmaya başladım.

Arabada oluşan ortam çok gericiydi, nefes alış veriş seslerinden başka hiçbir şey duyulmamasıyla birlikte arabaların sesleri de sessizliğe karışıyordu. Bir an kulaklarımı keşke alsaydım desem de büyük ihtimalle yanımda olsa bile takmamayı tercih ederdim.

Havalimanına ulaşmamızla birlikte şirket bünyesiyle karşılaştık. Valizler bagajdan alınırken ben Bay Jeff'in yanında dikildim. Derin bir nefes alıp güvenlik kontrolü için ileriden yürüdüm.

Kontrol tamamlandığında önümdeki kalabalığı daha yeni görüyordum. Bir sürü kadın ve erkek, grup grup ayrılmış ellerindeki kameraların veya telefonların flaşlarını patlatıyorlardı. Bu alışık olduğum bir şey olmamasına rağmen gözlerimi kısmadım, zaten gözlerimi kalabalıktan çektiğimde flaşların etkisi az da olsa azalıyordu.

Yürümeye çalıştıkça önümüze çıkmaları can sıkıcıydı ve burada iş bana düşüyordu. Bay Jeff'in önüne doğru yavaşça geçtim, yan tarafımızda kalan insanları inceledikten sonra tekrar önüme döndüm.

Sonunda hareketi durdurup biletin alındığı firmanın bankosunda dikildik. Bilet ve kimlik kontrolleri tek tek yapıldıktan sonra uçağa binmemizi sağlayacak kapıya yönlendirilsek de Bay Jeff şirket yetkililerinin önden gitmesini söyledikten sonra kapıdan biraz geriledi, adımlarını durdurdu.

Kalabalığın ortasında ikimiz kalmıştık ama şu an pek bir tehdit göremediğimden biraz arkasına geçtim. Her zaman yaptığı gibi iletebildiğince teşekkürlerini iletecek, sonra da uçağa binecekti.

"Burada olan herkese gerçekten çok teşekkür ederim. Eve dikkatli git Sats, Singapur'da görüşelim!" Dedi yüzünde geniş bir gülümsemeyle. Gerçekten fanlarını seviyordu, bu sesindeki heyecandan kolayca anlaşılıyordu.

Teşekkür amaçlı eğildikten sonra bana döndü, ben de yanına geçip ilerledim. Heyecanlı olduğu nefesinden dahi anlaşılıyordu, hızlı hızlı alıp hızlı hızlı veriyordu.

-

"Uyan Tinnasit." Yakınımdan gelen sesle gözlerimi açtım, dudaklarımı birbirine bastırıp ayağa kalktım. Çabuk varmıştık ki zaten çok uzak değildi, uyumasam belki de daha iyiydi.
"Her seyahatte uyur musun?"

"Hayır." Dedikten sonra valizlerin alınması gerektiği aklıma gelince irkildim. Etrafa bakındım, diğer yetkilileri görünce rahatladıktan sonra tekrar Bay Jeff'e baktım. Yüzündeki ifadesizlik gerçekten deli edecek raddedeydi.

Bay Jeff valizlerden birini alırken diğer yetkililerle birlikte biz de olduğumuz yerde dikilmeyi kesip ilerlemeye başladık. Tekrardan Bay Jeff'in yanına geçtim, önümüzde yine tanıdık bir kalabalık vardı.

İlerledikçe kalabalığın içine girdik, yine flaşlar gözümü acıtırken yürüme hızımız yavaşladı. Bir kolumu kalabalıkla aramızın ayrılması ve olası bir temas isteğinde Bay Jeff'e ulaşılamaması için havaya kaldırdım.

Ne kadar koruma gibi gözükebilsem de koruma olmak bana göre bir iş değildi ve bu kesindi. Bir kişi hızlıca gelse hiçbir şekilde koruyamazdım, vücudum pek güçlü bir yapıya sahip değildi.

Gerçi bundan dolayı bu işi yapıyordum.

Etrafa bakınırken koluma temas eden, hızlıca kayıp giden keskin olduğu bariz bir şeyin acısını hissetmemle birlikte kafamı soluma döndürdüm. Bir şey şu an tanımadığım insanların elleri gibi tenime dokunmuştu fakat bir el olmadığı kesindi. Yine de ses etmedim, sadece dudaklarımı birbirine bastırmakla yetindim.

Bir şekilde canım yanmıştı lakin eğer canımı yakan şey kanayabilecek kadar derin bir şeyse tüm odağı üstüme toplayabileceğimden kolumu indirip ilerlemeye devam ettim.

Kalabalığın içinden çıktığımız gibi siyah bir arabaya binip otele vardık. Etrafıma bakındım, gökyüzünde gözlerimi gezdirdim. Güneş yavaş yavaş batarken yerini Ay'a bırakmaya hazırlanıyordu, günün en sevdiğim saatleriydi.

"Koluna ne oldu senin?" Dedi Bay Jeff. Kafamı ona döndürüp gülümsememi bir başka zamana saklayaraktan ifademi değiştirdim, sol koluma bakınıp kanı gördükten sonra tekrardan Bay Jeff'e baktım.
"Bir şeyi yok."

Otele girdikten sonra odalarımıza dağıldık. İlk defa bir otele geliyordum, etrafımı inceledikten sonra beyazlara bezenmiş yatağa oturdum. Sol koluma baktığımda kurumuş kan damlalarını gördüm.

Buraya vardığımızda indiğimiz havalimanında hissettiğim acının sebebinin bu olduğunu anladıktan sonra dudaklarımı ısırdım. Bıçak gibi keskin bir şeyle zarar verildiği tek bakışta anlaşılsa da parçası diğerlerine uymayan bir mevzu vardı: Kim, ne için sevdiği insanı görmek için yanında bıçak taşır, bunu da o yanından geçerken ona zarar verebilecek şekilde tutardı?

Elimi yaraya bastırdım yavaşça, hissettiğim acıyla küçük bir inleme bıraktım boşluğa. Yaranın olduğu bölgeyi yıkamam gerekiyordu, en azından kolumun kurumuş kanlı görüntüsünü ortadan kaldırırdım.

Tam lavaboya geçmek için ayağa kalktım ki odanın kapısının çalmasıyla adımlarımın yönünü değiştirmek zorunda kaldım. Derin derin nefes aldım, menajer olmalıydı.
"Buyrun?"

CK ও jeffbarcodeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin