Ağaçların yeni yeni çiçeklerini açtığı bir ilkbahar sabahında hayattan bu kadar zevk almak ne kadar sağlıklıydı bilmiyorum ama gençliğime geri dönmenin hissettirdikleri benim için çok başkaydı.
Yıllar önce bu ağacın altında bu şehre veda ettiğimde ağaçlar sararmıştı. O zaman ardımda kocaman bir gençlik bırakmıştım. Hepsi geçeli çok olmuştu. Yapmam gereken her şeyi yaparak buraya geri dönmüştüm.
Elimde tuttuğum bavulu yere bırakıp olduğum yeri biraz daha incelemeye başladım. Buraya gelmeyeli o kadar fazla zaman olmuştu ki. Cadde her ne kadar hatırladığım gibi olsa da eski dükkanlardan, binalardan eser yoktu.
Bu tanıdığım ama bana bir o kadar da yabancı şehre gülümseyerek baktım. Yüzümdeki gülümsemenin çok fazla sürmemesi asla şaşırdığım bir olay olmamıştı.
Havanın sıcaklığının bana yaşattığı eziyet çok fazlaydı sevgili arkadaşım.
Daha fazla güneşe maruz kalmamak adına buraya gelmeden hemen önce buluşma planı yaptığımız Tuana'yı aramaya karar verdim.
Cebimdeki telefondan yıllardır görmediğim arkadaşımla buluşmanın heyecanı sararak konuştum. Lise zamanı hep beraber gittiğimiz kafelerden birinde beni beklediğini öğrendiğimde asla zaman kaybetmeden küçük bavulumu elime alarak yürümeye başladım.
Size hikayemi anlatmadan uyarmam gereken bir konu var sevgili arkadaşım. Dünya üzerinde görebileceğin en şanssız insanlardan biriyim. Tüm dünyanın yükü bende demiyorum tabiki ama gereksiz bir şekilde tüm şanssızlıkları üstüme çekme gibi bir yeteneğim var.
İşte bu harika günü de bozan şanssızlığım beş saniye önce önümde yaşanan trafik kazası olmuştu.
Bir de şey, ben doktordum.
Girdiğim şok altından çıkmam etraftaki çoğu insandan daha kısa sürdüğünden mesleğimin verdiği refleksle öne çıkmıştım. Kulağımdaki kulaklıkları ve bavulumu yere atıp hemen o tarafa koşmuştum.
Bir köpeği ezmemek için hatalı sollama yapıp, bir arabaya çarpam motor sürücüsüne doğru ilerledim. Motorundan yaklaşık iki metre öteye sürüklenmişti.
Yanına vardığımda yaptığım ilk iş kafasındaki kaskı çıkarmak olmuştu. Nefes alışverişi düzenli değildi ve bilinci kapalıydı. Buna rağmen kaşının hemen üstündeki çizik ve sürüklenirken yırtılmış olan pantolonundan başka aldığı bit hasar göremiyordum.
Etrafıma toplanan kalabalığı gördüğümde yaptığım ilk şey ambulans istemek olmuştu. Birkaç kişi benim dememe kalmadan hastanın etrafını gereksiz doldurmamışlardı.
Arabanın olduğu tarafa baktığımda o sürücünün de ağır bir şeyi olmadığını görüp önümdeki adamın kalp atışlarını kontrol etmeye başladım.
Bu sürede duyduğum siren sesleriyle biraz da olsun rahatlamıştım.
Çok geçmeden sağlık görevlileri hastayı sedyeye bindirmiş ambulansa doğru götürmüşlerdi. Bu sırada yolun ortasına savurduğum eşyaları çabucak toplamış bende ambulansa binmiştim.
Hastanın ölümcül bir risk taşımadığını anladığımızda hastaneye gelmiştik.
Ambulansın kapıları açılıpta hasta gittiğinde arkasından bakakalmıştım.
Son on dakikada geldiğim nokta bir kez daha bie bela mıknatısı olduğumu kendime hatırlatmış ama bu sefer bunun üstünde çok fazla durmamıştım. Zira her an nedenini bilmediğim bir şekilde ağlayabilirdim.
Daha fazla ambulansın içinde durmayarak oradan inmiş ve çok iyi bir arkadaş olduğum için beni bekleyen Tuana'yı aramıştım.
Hemen telefonu açtığında konuşmasına izin vermeden atladım, " Ne olduğuna asla inanamazsın, resmen çocuk önüme düştü!"
Ben heyecanla yaşadığım olayı anlatırken Tuana her zamanki umursamazlığıyla beni zorbalamış ve nerede olduğumu sormuştu. Biraz kırıcı biriydi. Ona yarın çalışmaya başlayacağım hastanede olduğumu söyleyip telefonu kapatmıştım.
Tuana'yı kendi odamda beklemeyi akıl ettiğimde hastanenin önündeki bankta erimek üzereydim galiba. Hemen bavulumu da sürükleyerek hastaneye girmiş, danışmanda önce müdahale ettiğim hastanın durumunu, sonra da kendi odamın yerini öğrenmiştim.
Oldukça güzel olan danışman hastanın iyi olduğunu söylediğinde gereksiz bir sevinç duymuştum. Hatta o kadar ileri gitmiştim ki benim adıma odasına bir çiçek gönderilmesini bile istemiştim.
Bu kadar iyi olmayı ben seçmemiştim.
Danışmandaki işlerimi halledip ikinci kattaki odama doğru ilerlediğimde bir yandan hastaneyi inceliyordum. Biraz küçük olmasına rağmen harika dizayn edilmiş bir hastaneydi. Gri ve beyaz ağırlıklı, içine girdiğiniz an sizi saran bir havası vardı.
Önümdeki uzun yıllar burada çalışacağımı düşünmek beni şimdiden çok mutlu ediyordu.
Odama girdiğimde az kalsın ağlayacağımı hissetmiştim.
İlk defa odam olacaktı sevgili arkadaşım.
Lisede kendimi hiçbir zaman bir şeyleri başaracak biri olarak görmemiştim. Ama şimdi gerçek bir doktor olarak buradaydım. Başarmıştım.
Hayatın bize açtığı kapılar gerçekten o kadar farklıydı ki kendimi asla olmayı düşünmediğim bir yerde bulmuştum.
Beyaz ve büyük masanın önündeki siyah koltuğa yayıldığımda ait olduğum yerin burası olduğunu hissedebiliyordum. Ve bu dünyanın en mutluluk verici şeylerinden biriydi.
Çok geçmeden kapım bir papatya buketi tarafından çalınmıştı.
"Burada bir cerrah varmış galiba. Ona bakacaktık."
Arkadaşımın papatya oyununa katılamadan yüzüne doğru tuttuğu papatyaları almış ve göğsüme bastırmıştım. "Yaa ama bunlar çok güzel."
Alıngan arkadaşım göz devirip, "Bana bir kere şöyle demedin be. Yazıklar olsun," dedi.
Gülen yüzümü soldurmadan boş olan elimle arkadaşıma kocaman sarıldım. Çok özlemiştim.
Geri çekilip birbirimize baktığımızda gereksiz bir şekilde gülüşmeye başlamıştık.
Onu her ne kadar odamda ağırlamak istesem de odam bomboştu. Danışmandaki kızdan öğrendiğime göre eşyaların büyük bir kısmı akşam üstü tamamlanacaktı. Bu yüzden Tuana'yı da alıp kantine gitmek için odamdan çıkmıştık.
Merdivenlere gitmek için döndüğüm koridorda tanımadığım biriyle çarpıştığımda Tuana'nın "Bir insan hep mi sakar olur?" diyişine duymamazlıktan gelerek yere düşen bir kaç raporu ve poşet dosyadaki eşyaları toplamak için eğildim. Çarpıştığım kişi acil serviste çalışan bir kızdı. Üniformasından anlaşılıyordu.
Elimde kalan poşet dosyayı ona verirken gözüm içindeki kimliğe takılmıştı. Daha doğrusu yazan isme, Yusuf Davran.
.