45// Yıldıza Bedel

1K 73 275
                                    

Drizella Blanchard'ın hayatında en utandığı anların üçüncüsü, on iki yaşındayken yaşanmıştı. Pek fazla arkadaşı yoktu. Kimsesi olmamasına rağmen güçlü durmaya, yalnızlığını ve garipliğini öne çıkarak aşmaya çalışan bir çocuktu. Ara sıra sınıfındakilerle tartışmaya girerdi. Bazen de sırf onlarla arkadaşmış gibi hissetmek için kaba saba şakalarına katılırdı.

Hilary Bulstrode ve Janette'in yan yana kıkırdayarak çiziktirdiği Flitwick'in abartılı resmine gülüyorlardı. Hilary gözünden yaş gelerek adamın keline yapıştırdığı üç teli işaret ediyordu. Jane ise "Göbeği Hagrid'in kabaklarına benziyor." diye en komiğini savunuyordu. Drizella da onlara katılmıştı: "Flitwick'in boyu birinci sınıflardan kısa."

Sınıf bir anda sessizleştiğinden herkes duymuştu. Kendisine bakan öğrencilere tek kaşını kaldırıp aklına gelen ihtimalle arkasını dönmüştü. Sınıf kapısında Flitwick duruyordu.

Tüm öğrencilerle birlikte ayağa kalktığında gözleri dolmuştu. Utançtan.

O zaman bile yaptığının –bir insanın fiziksel özelliklerini aşağılamanın– yanlış olduğunu biliyordu. Zihnine ailesi tarafından yerleştirilmiş ahlak öğretisi insanları değiştiremeyecekleri şeyler için üzmemeyi fısıldıyordu. Söylerken de komik olmadığının farkındaydı. Yalnızca onlarla ortak bir sohbeti paylaşabilmek istemişti. Belki yakın olabilmek.

O ana dair her duygusu acınasıydı, Flitwick'e karşı da çok utanmıştı. Ne olursa olsun, hep 'en çok utandığı üçüncü an' başlığını hak ediyordu ve değişmeyecekti.

İkincisi ne mi?

Hakkında kelime tüketmeye bile değmez. Neden utandığını anlayamadığı gibi, açıklamaya da girişemeyeceği kadar utanıyordu. Babasının, evlerinin bahçesindeki ağacın gölgesinde sigara içerken çatıda Barty ile görülmesi. Hatırlamayı bile reddediyordu. O gün çok kötü bir gündü. Barty'nin hayatına kazık çakacağını ilan ettiği gündü, öncesinde ailesiyle tartıştığı, Regulus'un Ölüm Yiyen olduğunu öğrendiği, depresyonda... Yaşamının daha sonraki evreleriyle karşılaştırıldığında o günküne depresyon bile denmezdi halbuki.

Peki hayatında en çok utandığı birinci anı neydi? Kaç yıl yaşarsa yaşasın, bir daha o denli utanacağını sanmıyordu. Hayır, bundan emindi.

Taşlaştırılmış bedeni açıldığında taştan bir tavana bakıyordu. Mandrake iksirinin tadı damağındaydı. Hemen doğrulup etrafına bakmış, ayak ucuna denk gelen kısımdaki cesedi görünce sıçramıştı. Hala Sırlar Odası'ndaydı. Taşlaştığı yerde. Taşlaştığını bilmiyordu üstelik. Yanıbaşındaki Harry bununla ilgili bir şeyler zırvalıyordu. Tepesindeki canavarın çıktığı deliğe bakıp boş olduğunu gördü. Ceset gözlerinin önündeyken neden yeniden bakıyordu ki? İnanamıyordu. Yılanın uzunluğunu düşünmemişti daha önce. Salazar heykelinin önündeki sularda cansız yatıyordu. Ağlamak istemişti. Ne yaptığını bilmeden Harry'nin yakasına yapışmıştı. Derin derin nefes alıyordu, çocuğa sımsıkı sarılıyordu... Şoktaydı.

Harry kibarca sırtını pışpışlıyordu.

Trajediden, aptallığından, taşlaşmış olmaktan –tıpkı Filch'in kedisi gibi, bir kedi gibi taşlaşıp kalmaktan çok utanmıştı. Harry durmaksızın taşlaşmasa öleceğini, çünkü yılanın gözlerine doğrudan bakmanın öldürdüğünü söylüyordu. Sanki teselliymiş gibi. Umursaması gerekenin gururu olmadığını biliyordu, fakat taşlaştırılmış olmaktan çok utanıyordu —hatta küçük düştüğü için utandığı için de utanıyordu. Tepeden tırnağa utanç verici bir durumdu. Neyi aşamadığını da anlamıyordu. Ölümden korkmuştu.

Kısacası, Drizella Blanchard uzun zamandır ilk defa yeniliyordu. Hazımsızlık çekmesi doğaldı.

Harry Potter odayı bulmuştu, varis Ginny Weasley'di, daha doğrusu Tom Riddle'ın günlüğü tarafından kontrol edilen Ginny Weasley. Öncesinde Hermione de taşlaşmıştı. Yılanın Basilisk olduğunu tahmin ettiklerinden Harry hazırlıklıydı. İçinde Lockhart'ın hafızasını kaybettiği, genç Tom Riddle ile yüz yüze konuştuğu bir dünya olay olmuştu.

The Awkward Life of Drizella BlanchardHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin