Herkes parlak bir hikayesi olsun istemiştir. Kim istemez ki? Ben de istedim. Ama hiçbir zaman parlak bir hayata sahip olamadım. Eninde sonunda yere düştüm. Kendimi hep karanlıklarda buldum. Ne olursa olsun ışığı görmeyi denedim. Sahi hayat bir insana bu kadar acımasız davranabilir miydi?
Her sabah olduğu gibi 07.30'da okula gitmek için kalkmıştım. Bugün yazılılar başlıyordu. Bayağı bir çalışmıştım. Umarım bu sefer karşılığını alabilirdim. Gerçi ben ne zaman çabalasam hayat sadece benimle alay etmekle yetiniyordu. Elimi, yüzümü yıkadıktan sonra kahvaltı sofrasına indim. Annem kaşarlı tost yapmıştı. Tostumu yedikten sonra dişlerimi fırçalamak için tekrar yukarı çıktım. Dişlerimi fırçaladıktan sonra yüzümün biraz olsun canlı durması için hafifçe allık ve biraz rimel sürdüm. Saat 08.03'tü evden çıkma vaktim gelmişti bile. İki sokak ötede oturan Ekin'i alacaktım. Ayakkabılarımı giyip çıktım. Kulaklığımdan yine her zamanki gibi sesler yükseliyordu. Bir an olsun şarkı dinlemeyi bırakmak istemiyordum. Ruhumu başka diyarlara götürüyorlardı sanki. Anlıyorlardı işte. Her cümle bana kendi hayatımdan bir parçaymış gibi geliyordu. Matematik sınavı olacaktık. Dün akşam son tekrarları yapmıştım. İçim rahattı ama kelebek sisteminde onunla aynı sınıfa düşerim de odaklanamam diye endişeleniyordum. Ben düşüncelerime boğuşurken Ekin'in kapısına geldiğimi farketmemiştim bile. Yaklaşık iki dakika sonra Ekin kapıda belirdi. Kısa saçlı, acı kahve gözleri, pespembe dudakları ve elma yanaklarıyla o kadar güzel bir kızdı ki. Ayrıca gülünce iki yanağının kenarında oluşan çukurlar onu daha da güzel hale getiriyordu.
"Günaydın balım!" dedi mutlu bir sesle. Ve sonrasında içten bir sarılış. Her sabah gerçekleşen bir rutindi bu. Ona sarılmayı çok seviyordum.
Ekin beni anlayan sayılı insanlardandı.
"Günaydın" dedim neşeli olmaya çalışarak.
"Matematik sınavına gram çalışmadım, ne bok yiyeceğimi hiç bilmiyorum. Sen nasıl çalışabiliyorsun abi delireceğim. İstesem de anlayamıyorum şu dersi." diye söyleniyordu. Her zamanki Ekin işte.
"Ekin manyak mısın? Üç haftadır bu sınava çalışıyorum resmen. Sen neden çalışmadın ki?"
Konuşurken aynı zamanda yürüyorduk.
"Of. Neyse boşver. Nil nasıl oldu acaba? Yarın gelebilir mi sence?"
Ah, doğru. Nil'i tamamen unutmuştum. Kız feci üşütmüştü ve ben yaklaşık iki gündür telefonumu elime almamıştım. Dolayısıyla onunla da konuşamamıştım.
"Bilmiyorum, gerçekten tamamen aklımdan çıkmış. Sen en son ne zaman konuştun?"
"Dün konuştum, sesi biraz daha iyi geliyordu. Birkaç güne tamamen iyileşir herhalde."
Okula gelmiştik. Hem de 20 dakika erken. İlk defa bu kadar erken gelmiştik. Ekin sabah kahvaltısı yapmadığı için karnının guruldadığını söyledi. Birlikte kantine gidip onun için simit aldık.
O simitini midesine indirirken benim gözlerim kantin kapısından içeri giren iki kişiye takıldı. Oradaydı. Açık kahve gözleri, kumral saçları ve pembemsi dudaklarıyla karşımdaydı. Göz göze gelmiştik. Ama gözlerini ilk kaçıran yine ben olmuştum. İçim gitmişti. Onu görmeyeli iki gün oluyordu. Doya doya bakmak istiyordum ona. Sonuçta aynı sınıftaydık. Daha sonra bakabilirdim. Gergin hissettiğim için Ekin'i çimdikleyerek çıkmamızı söyledim. Zaten hemen anlamıştı. Yemeği de bittiği için direkt kalktık. Sınıfa çıktığımızda dersin başlamasına beş dakika vardı. Biraz sonra sınıfa Güneş ve Bulut girdi. Bulut az önce kantinde olan çocuklardan birisiydi. Ve daha sonra. Arda girdi. Arda. Az önce kantinde olan ikinci çocuk. Ve kalbimde olan tek çocuk. Lisenin başından beri aynı sınıftaydık. Ama ben onu lisenin öncesinde de tanıyordum. Çocukluğundan beri. Dikkatim tamamen dağılmıştı. Gözlerimi ondan çekerek çantamdan son kez göz gezdirmek için matematik defterimi aldım. Sınav ikinci dersti. Tülay hoca sınavdan önceki ders bizimleyse hep sınava çalışmamıza izin verirdi. Her zamanki gibi yine izin verdi ve bir kitap okumaya başladı. Defterimi açarak Ekin' e bir şeyler anlatmaya başladım. Pek anladığı söylenemezdi ama hiç yoktan iyiydi. Daha sonra defterin sayfasını çevirecekken elimde bir sıcaklık hissetim. Ellerinden tanımıştım.
"Defteri ver." çok kaba bir ses tonuyla söylemişti.
"Şuan da ben çalışıyorum farkındaysan."
"Sence bu umrumda mı?"
"Ne diyorsun be Allah'ın hödüğü. Çekil şuradan vakit geçiyor." dedim sinirli bir şekilde.
Alttan alttan sırıtıyordu. O sırada arkadan bizi izleyen Bulut ve Güneş'i gördüm.
"Hadi güzelim, uğraştırma da ver işte. Polinomlara göz atıp geri vereceğim."
Bir dakika, bir dakika. Dursana kalbim inecek var.
Güzelim mi demişti o az önce? Deliriyordum. İçimde fırtınalar kopuyordu. Kalbim akciğerime akıyordu sanırım.
"Peki o zaman ama hızlı ol hadi."
Tebessüm ederek defteri elimden alıp kendi sırasına geçti. O sırada Ekin kolumu çimdikliyordu.
"Duymadın mı kızım?. Ne dedi az önce. Güzelim falan? Kesin aşık bak demedi deme."
Hâlâ kendime gelememiştim.
"Sessiz olsana Ekin. Deli misin?"
"Tamam be. Olacak olacak, hadi bakalım."
Biz konuşmaya dalmışken defteri tamamen unutmuştum. Tam o anda zil çalmıştı.
Teneffüste sınava hangi sınıflarda gireceğimizin bilgileri gelmişti ve ben 11-D sınıfına gidiyordum.
Ve evet. Gözüm onun gideceği sınıfa da takılmıştı.
Aynı sınıftaydık. İnanılır gibi değildi. Çıldırmak üzereydim. Tam olarak önümde oturacaktı. Kendi sınıfımda gördüğüm dersi dinlemediğim yetmezmiş gibi sınav sınıfında da birlikteydik. Aslında mutlu olmadım da değildi. Sınıftan çıktık. 17 numaralı sırada oturuyordum. Yaklaşık iki dakika sonra ön sırama oturmuştu. Akıl alır gibi değildi ama saçının kokusunu duyabiliyordun. Ferahlatıcı bir mentol kokusu vardı. Ama ağır olmayanlarından.
İki-üç dakika sonra gözetmen öğretmen sınıfa geldi ve kağıtları teker teker sınıflara göre dağıttı.
Sınav başlamıştı ve ona bakmayıp kağıdıma odaklanmam gerekiyordu. Bir ara gözetmen sınıftan çıktı. İyice kağıdıma gömülmüştüm. Sınav da iyi gidiyordu ta ki..
Birinin eli elime değinceye dek. Arda resmen benden kopya istiyordu. Bu çocuğun dersleri ne ara bu kadar kötüleşmişti? Ya da gerçekten kötüleşmiş miydi? E bir zahmet. Neden salağa yatsındı ki?
"Pişt. Bal Arısı. Sekizinci soruyu ne yaptın?"
"Ne?"
"Nesini anlamadın be kızım? Sekizinci soru diyorum. Cevap diyorum. Anlarsın ya."
Ben hâlâ az önce dediği kelimede kalmıştım. Bal Arısı mı? Ben ha?
"Sekizinci sorudan emin değilim ama sanırım A şıkkı." Düşüncelerimi bir kenara fırlatıp ona cevap verebildiğime şaşırmıştım. Tam o sırada daha olayın etkisindeyken hocanın geldiğini farketmemiştim.
"Siz ikiniz. Gelin bakayım bir buraya."
Sıçtık.
Arda suratıma aval aval bakmakla yetiniyordu.
"Biz mi hocam?"
"Evet, siz."
Arda ile aynı anda kalkıp hocanın yanına gittik.
"İkinizin de kağıdına 0 giriyorum."
İtiraz edemezdim. Mecbur olarak özür diledim. Benden sonra o da özür diledi ve hocanın işaretiyle yerimize geçtik.
Yaklaşık on dakika sonra ilk önce sınıftan o çıktı ama acele ile ona yetiştim.
"Yaptığını beğendin mi?"
"Aman be, ne olacak sanki?"
"Hödük müsün? Ben üç haftadır bu sınava çalışıyorum. Senin yüzünden notum 0."
"Üzgünüm. Diyebileceğim tek şey bu, elimden başka bir şey gelmez."
"Görüşürüz."
"Görüşürüz, Bal Arısı."
Yine Bal Arısı demişti. Sanırım soyadımdan dolayı öyle demeyi seçiyordu.
Bir yanım hafif mutlu, bir yanım aşırı öfkeliydi.
Karşımdan bana doğru gelen Ekin'i farkettiğimde adımlarımı hızlandırdım.
"Nasıl geçti?" diye sormuştu.
"Berbat. Arda benden kopya istedi, hoca yakaladı."
"Oha. Arda senden kopya mı istedi? Çüş. Duru bu çocuk sana niye birden yakın davranmaya başladı?
"Bilmiyorum Ekin. Anneme ne diyeceğim bunu da bilmiyorum."
"Anne sevdiğim çocuk benden kopya istedi de kıyamadım ona kopya verdim. Üstüne üstlük bir de hocaya yakalandım ve 0 aldım." diyerek bir kahkaha patlattı.
"Komik değildi Ekin. Harbiden ne yapacağım bilmiyorum."
"Hallederiz."
Kalan tüm derslerde uyumuştum. Yarın fizik sınavım vardı. Eve gidip ona çalışmam gerekiyordu. Ama ilk önce Nil nasıl olmuş bir bakmak için ona gidecektik.
Ekin ile birlikte okuldan çıkarken Arda ile göz göze gelmiştim. Her zaman ki gibi çok güzel ve içini okuyamayacağım şekilde bakmıştı. Ve yine gözlerini ilk kaçıran ben olmuştum.
"Hadi, hızlı yürü birazcık."
Ekin'in sözleriyle birlikte adımlarımı hızlandırdım. Nil'in evi okula biraz uzaktı ve doğal olarak onca yolu yürüyemezdik. Bir otobüse bindik.
Yaklaşık 15 dakika sonra otobüsten indiğimizde beklediğimden biraz daha erken gelmiştik.
"Hadi gel markete girip meyve falan alalım."
"Tamamdır."
Birlikte bir markete girdiğimizde direkt olarak meyve reyonlarına yöneldik. Nil elma çok severdi. Ama yeşil elma. Aynı çimen gözleri gibi yeşil. Elmaları poşetledikten sonra Ekin'in biraz nar aldığını gördüm. Marketten sonra çok az bir yolumuz kalmıştı.
"Yarın ki fizik sınavına çalıştın mı Duru?"
"Hayır. Matematiğe çalışmaktan başka hiçbir şeye odaklanmadım. Tek gecede ne kadar çalışabilirsem o kadar iyi puan alırım."
"Of, ben de çalışmadım. Neyse tek çalışmayan ben değilim iyi bari." diyip kıkırdadı.
Kapının önüne geldiğimizde zili çalmadan Nil kapıyı açmıştı. Oldukça iyi gözüküyordu, pijamalarıyla birlikte. Ona hemen sarıldım. Sımsıkı.
"Özür dilerim, iki gündür telefonu elime aldığım yok sınavlara çalışıyordum vallahi billahi."
Nil anlayış içerisinde gülerken "Sorun değil, manyak mısın? Özür dileme."
Benden sonra Ekin ile de sarıldıktan sonra içeri geçtik. Masada bir fincanda bitki çayı olduğunu düşündüğüm bir içecek vardı.
"Durun kahve yapayım ben size" diyerek ayaklandı.
"Dur dur, ben yerini biliyorum. Ben yaparım. Sen otur bakayım." diye söylendi Ekin.
Nil yerine tekrar oturduğunda Ekin çoktan Amerikan mutfağa geçmişti bile. O sırada biz de sohbete başladık. Onu çok özlemiştim. Yokluğu gerçekten çok belliydi. Ona bugün olanları anlattığımda çok şaşırdı.
"Oha kızım, bu çocuk kesin aşık. Lan ben bile heyecanlandım. Dur bekle beni, geliyorum hemen."
diyip odasına koştu.
Yaklaşık iki-üç dakika sonra elinde ses bombası ile birlikte içeri girdiğinde kahkahaya boğulmuştum.
Çünkü ses bombasında çalan şarkı
"Kınayı yakmışlar geline. Hazırlanmış gidiyor evine." sözleriyle ortalığı yıkıyordu.
Ekin olanları izlerken kahkaha atıyordu. Nil dans etmeye başlayınca o da hemen koşarak yanımıza gelip dans etmeye başladı.
"Ya eşşek misiniz, durun bir. Daha hiçbir şey belli değil. Ben bile sevinemiyorum tam olarak." dedim gülüşlerimin arasından.
Onlar bana kulak asmayıp yaklaşık beş dakika daha dans ettiler ve onları gizlice video kaydına aldım.
Ekin mutfaktan kahveleri getirdiğinde zil çaldı.
"Birini mi bekliyordun, Nil?"
"Hayır, kim ki bu acaba. Bekleyin bir dakika."
Kapıya yöneldi. Gelen kişi Güneşti.
Güneş ile Nil konuşuyordu evet, bizim kadar yakın olmasalar da arkadaşlardı.
"Aa, hoşgeldin Güneş. Gel içeri."
Güneş odaya girip bizi gördüğünde pek samimi olmayan bir tebessüm etti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yara
Teen FictionYabancıydım. Her yere ve herkese. Bir yere ait olmam gerekiyor muydu bilinmez. Nedense ben olmaya çalışıyordum. Olamıyordum. Ruhlar çöplüktü. Ruhlar çöplük..