BÖLÜM 3

76 5 0
                                    

Yağmur damlaları pencereme çarpıp tatlı bir ses çıkarırken ben hala nasıl bir yol izlemem gerektiğini kafamda tartıyordum. Klasik Güneş iş kadını kimliğine bürünüp mevzuyu enine boyuna masaya yatırır risk analizi yapardı ama ben şuan ben değildim. Restoranda adamın karşısında nasıl kızarıp bozardığımı, hatırlıyorum da. İşin detaylarını bile paylaşmadan kalkmıştım. Sanki gözlerinde davranışlarında en küçük bir ilgisizlik görürsem o an tuzla buz olacaktı kalbim. Ne ara böyle oldum bilmiyorum ama birinden etkilenmem o kadar da şaşılacak bir şey değil benim için. Elbette sevgililerim oldu. Onların da kokularından, sözlerinden etkilendim ama bu sefer başka. Böyle ağlamak istersin de boğazın kupkuru kurur sanki boğulursun. Gözlerin dolup taşıncaya kadar o ağrı o azap yüklenir kalır boğazına. Ben onun karşısında otururken tam böyleydim. Sanki o ağlama eşiğine gelmişim ama o ağrının geçmesini de istemiyorum. Kafa karışıklığı ve ne istediğini bilememe ruhuma hakim kesilmişti. Her an yanında olmak istemem, beyninin içini merak etmem ne kadar sağlıklı?
Artık vazgeçsem bile onunla görüşmeye mecbur olduğumu bilerek daha özenli hazırlanıyorum. Mis gibi kokmamı sağlayan duşum, kendime en yakıştırdığım parfümüm, dün geceden sarıp uyuduğum saçlarım daha neler neler. Kendimi abartmadığıma inandırıp gömleğimin yakasını ihtiyaç olmadığı halde düzeltiyorum. Rujumu kontrol edip anahtarlarımı da alarak aşağı kahvaltıya iniyorum. Babam ve annem bensiz başlasalar da yumurtalarına hiç dokunmamışlar. Gülümsememe sebep olan bu detay benim bebekliğimden beri bu evde yazılmamış bir kural. Yumurtada nefret eden çocukları için annem ve babam her gün söylene söylene benimle birlikte yumurta yerler. Sanki 26 yaşında değilmişim gibi kendileri yerse daha hevesle yiyeceğime inanmışlar.
"Babam..." diyerek masadaki yerimi alıyorum. " Her gün yumurta yemek zorunda değiliz. Anneme bir şey sözle nolur. 26 yaşındayım ben."
Babam 'sanki ben bilmiyorum' bakışını atarak tabakdaki yumurtanı çatlatıp soymaya başladı inadıma.
"Her gün kalkıp spor yapıyorsun ama Güneşim. Et de yemiyorsun artık. Bu kadarını ye hiç değilse."
İşte ailemle en büyük kavgamızı etdiğimiz mevzu buydu. Vejetaryen olmaya 1 yıl kadar önce muhtelif sebeplerle çok isteyerek başlamıştım. Ailemle ilk başlarda bunun kavgalarını yaşasak ta onlar da bunun normal olduğunu benim beslenmeme daha çok dikkat ettiğimi anladıklarında problem ortadan kalkmıştı.
Önce önüme bıraktığı yumurtaya sonra babama acıklı bakışlar atsam da bunun bir çare olmadığını biliyordum. Bir şekilde yemeye karar veriyorum.
Ben yumurtayı minik parçalara ayırmaya çalışırken annem " Dün Bekir söyledi restorana gitmişsin?" diyerek benim kalp atış ritmimi değiştirdi.
Boğazımı temizleyerek "Evet, şirketin bir yemeğini düzenlemem lazım. Bekirin restoranını tavsiye edeceğim." Aslında anneme bu konuyu çıtlatsam bu kadar şeye hiç gerek kalmaz bir an önce bizi baş göz ederdi. Dudağımın köşesinin yukarı doğru meylediyor. Saçma ama kökten çözümdü aslında.
" Aa.. iyi olmuş. Bekirin restoranından daha iyisini bulamazlar. Hem çocuğa da yardımın dokunmuş olur."
Bunu demesiyle kaşlarım çatılmıştı. Bir problem olduğunu hissetmemiştim ama yine de bir anlık fevrilikle verdiğim kararın Bekire zarar vermesi  düşüncesi bedenimi buz gibi yapmıştı.
" Yardım? Bir sorun mu var anne Bekirgilde?"
"Yok yavrum, ciddi bir şey değildir. Geçen öyle konuşuyordu Sünbül laf arasında Bekir kredi çekecek diye bir şey söyledi. Bilmiyorum artık o Nalanla Figene mi para lazım olmuş. Bıktırmışlardır yine çocuğu."
Söylediği mantıklı gelmese de Bekirin iki ablasından da ne kadar çektiğini ve onlara yaranmak için gerçekten de kredi çeke bileceğini biliyordum. Moralim tamamen çökerken bu gün milyonuncu kez onu mecbur bıraktığım bu yoldan vazgeçme düşüncesiyle sınandım. O orda ruhunun yaralarıyla uğraşırken ben çocuk gibi gerçekten beni seviyor mu diye oyuna tabi tutuyordum onu. Saçlarımı yolma isteğimi yutarak bin bir bahaneyle masadan erken kalkıyorum. Çantamı alarak kendimi dışarı atarken annem son anda şemsiyemi koşa koşa yetiştiriyor yoksa ıslaklığıma lanet ederek araba kullanacaktım.
Bekirlerin eve göz ucu bile bakmadan kafam aşağıda hızlı bir şekilde arabama biniyorum. Dertli şarkılar eşliğinde işe varırken hala mantıklı düşünemediğimden ne devam etme ne de vazgeçme kararı alıyorum.
İşte bir kaç problemi çözmem gerekiyordu. Şirket için en uygun ve az masraflı bir plan yapmam ve düzenlemem gerekiyordu. Çoktan çalışmalara başlasam da şuan yaşadığım buhran hep yaptığım işi bile bana yabancılaştırıyordu. Artık salim bir kafayla işimi yapmam gerektiğini anlayıp dış dünyayla tamamen irtibatımı kesiyorum. 2 saatlik bir çalışma sonunda pek bir aşama kaydetmesem de en azından kabataslak bir şeyler var elimde. Buna bile derin nefes alıyorsam gerisini ne yapacağım ben?
Kafamı ellerimin arasına alarak bir az masaj yapıyorum. Derin bir nefes alırken telefonum çalıyor. Saçlarımın arasından bakarken ekranda Bekir arıyor yazısını görmem daha dik oturmama ve saçlarımı gözümün önünden çekmeme sebep oluyor. Anında kupkuru olan dudaklarımı dilimle ıslatırken aramayı cevaplıyorum.
"Efendim Bekir" Ne kadar can verecekmiş gibi hissetsem de normal çıkan sesime sarılıp onu sevmek istiyorum.
"Güneş, rahatsız etmiyorum değil mi?" Aslında hep kibar olan Bekirin bu tavırları benim kalbimi daha da eritiyor.
"Yok, etmiyorsun. Seni düşünüyordum ben de." İri açtığım gözlerimle yerimden ok gibi fırlıyorum. Koşar adımlarla pencerenin önüne gelip alev gibi olan avuçlarımı buz gibi pencereye yaslıyorum.
"Yani... Ben yemeğin detaylarını konuşmak için seni aramak istiyorum. Mekan uygun bulundu iki güne de menü hazır olacakmış."
"Beğenmelerine sevindim, menü hazır olunca sen bana atarsın. Ben bizim şeflerin yemekleri önceden yapmalarını sana da tattırmalarını istiyorum"
"Böyle bir şeye gerek var mı? Kaç yıllık şefler ben ne yorum yapacağım ki?" Onunla yakınlaşmak için mükemmel bir şans olan bu teklifi şapşallığımla reddetme cesareti sergiliyordum. Aptal kafam...
"Hayır, en iyisi olmak zorunda. Seni mahcup edemem." Sesine yansıyan samimiyeti kalbimi pelte kıvamına getirirken sadece gülümseyerek kafamı aşağı eğiyorum. Sonra bir şey söyleme gereği duyarak elim dudağımda neredeyse fısıldayarak konuşuyorum.
"Çok teşekkür ederim, sen olmasan belki de altından kalkamazdım. Neden bana verildi ki bu iş?"
" Başaracaksın sen. Elimden geleni yapacağım."
"Biliyorum" diyerek cevaplıyorum onu.
Kısa bir vedanın ardından telefonu kalbimin üzerine getirerek sanki o coşan ritmini duyacakmış gibi oluyorum. Ben onun yanındayken kalbimin bu hızda atmasına alışmalıydım artık. Onun yanındayken hem aynı hem de farklı hissetmeye, toy olmaya alışmalıydım.

MÜBTEDİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin