Selam. Biliyorum beklediğiniz bölümle karşılaşmak isterdiniz fakat çalıştığım için haftasonu yazacağım onu. Ben edilen teşekkürleri gördüğümü, kabul ettiğimi ve hâlâ okur olarak kaldığınız için aynen iade ettiğimi belirtmek istedim. Bu hikayeye benden çok sahip çıktığınız bir gerçek, devamını getirmek ve bunun hakkını vermek için elimden geleni yapacağım.
Ama bunları mesaj olarak değil de bölüm kullanarak paylaşmamın bir nedeni daha var. Taslağımda küçük bir anlatı vardı, absürt bir hikaye. Bölüm gelene dek size bunu vermek istedim, hikaye anlatımı şekliyle her biriniz için yazılmış gibi. Üzerine düşünülecek bir şey değil, çerezlik olarak varsayın. Aslında yeri mi değil mi diye paylaşıp paylaşmamak arasında kararsız kaldım ama sanırım bunun bir zararı yok. Özenmeden mantığa oturtmadan doğaçlama yazdığım böyle hikayelerim var, dinlemek isteyene anlatı gecesi gibi. İki gün sonra doğum günüm, ona özel olsun. Sizleri seviyorum, görüşmek üzere hoşçakalın..Yer İstanbul, Sultanahmed Camii'desin. içeride tek tük ziyaretçi var, dizlerinin üzerinde biten bir etek başında örtüyle bir köşede oturmuş dua ediyorsun. Bütün ruhunla ibadet ediyorsun, seni inanmadığın dinin tanrısına teslimiyetle iten kutsal bir nedenin var.
Gören herkes sana yer yer anlamsız yer yer yadırgar bakışlar atıyor, yasak olmasına rağmen üzerindeki mini etekle orada oturuyor olmanın bunda etkisi büyük. Turistler de dahil olmak üzere, çevredekilerden her biri diğerinin kolunu dürtüp seni gösteriyor ama ne zaman içlerinden bir anadolu delikanlısı gelip koluna yapışacak olsa senin dua şeklinde dökülen fısıltılarının artan şiddeti ve fısıltılarına eşlik eden coşkulu mimiklerin onları durduruyor..
Gözeten gözlerinin ve öfkelerinin farkında bile olmayacak kadar kendini ibadete kaptırmış bir kadın, Tanrı'nın zan içindeki kullarını dahi etkiliyor. Az sonra duaların bitmek üzereyken ellerin karnını buluyor, inanmadığın dinin tanrısına bütün samimiyetinle son kez yalvarıyorsun ve hemen ardından dakikalar sonra gözlerini açıyorsun. seni, ayın ikiye yarılması mucizesine inandıracak kadar hafifleyen ruhunla başbaşasın. derken sağından bir ses duyuyorsun.
Kafanı çevirdiğinde genç bir delikanlıyı tıpkı senin gibi dizlerinin üzerine çökmüş dua eder gibi görünürken buluyorsun. Gencin açık gözleri sana döndüğünde dudaklarından ilahi ruhtan yoksun kelimeler dökülmeye devam ediyor, şaşırıyorsun. Maneviyatla yoğurulan duacının yüzünden samimiyetinin okunması gerektiğini düşünüyorsun,
belki üzerinde bir ışık huzmesi belirmesini, en azından gözlerini kapatmasını bekliyorsun! Tüm bunları filmlerden biliyorsun, deneyim sahibi değilsin. ondan olsa gerek az önce olması gerekenin bu olacağına kanaat getirip dua boyunca gözlerinden yaşlar akması için mücadele ettin, dualarını kabul ederse bir dahakine mutlaka ağlayacağına dair tanrıyla pazarlığa bile giriştin.
Bu hikâyede safsın, ama başrolsün; gerçek bir insansın. dinle.Genç, garip bakışlarını yüzünden çekip karşıya dikince yalnızca iki kelime daha ediyor ve susuyor.
Bu arada dilini anlamıyorsun, Türk değil. Ama belli ki dili ingilizce olan biri de değil; sen o dile hakimsin çünkü, Afrika'dayken,bir an önce öğrenmezsen seni timsahlara yem etmek zorunda kalacağını söyleyen dostunun tehditleriyle kısa sürede iyi seviyeye geldiğini hatırlıyorsun.
"Allahın belası!" diye söyleniyorsun aklına gelenlerle, hâlâ geceleri timsahlara yem olduğun rüyalar görüyorsun! Genç adamı kendi başına bırakma kararı alıp ayaklanıyorsun zamansız hatıralarla ekşiyen yüzün eşliğinde. belki biraz öfkelenmiş hâlde kendini dışarı atıyorsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VİSAL
أدب الهواةGelen sesleri duyuyorum.Boğuk boğuk, gidip geliyor.. Bir inilti çınlıyor kulaklarımda, birileri olabildiğince ıstırap çekiyor. Bir sahne bu, sahnede bir oyun.. Ne sahne benim ne oyun; sahne de onun, oyun da onun. Buradayım, sahnenin arkasında.Bir pe...