twenty four

2.5K 240 80
                                    

Jimin, seul'e ineli belki de iki saati aşkın bir zaman dilimini geride bırakalı çok oluyordu, yani kendi kanısıydı bu tamamen. Şöyle bir bakınca gerçekliği tartışmaya açıktı her zaman çünkü sahiden de kimse bilmiyordu gerçek süreyi, özellikle jimin'in kendi bile. Yine de emin olduğu tek şey uçaktan inip, kendinin günler önce, buraya park ettiği arabasına doğru ilerlerken ne kadar yorgun olduğuydu.

Park süreci için ödediği ücret aklına geldiğinde biraz ayılır gibi olmuştu aslında ama çok sürmedi, iyi geliri olsa bile biraz cimri biriydi. Normalde çok dert ederdi ödediği miktarı ama o kadar yorgundu ki odaklanamıyor, bunu kafasına takamıyordu.

Muhakkak bir gün düşünecektim bunun hakkında ama şimdi değil, diye mırıldandı cebine koyduğu elleri ile otoparka ilerlerken.

Kesin bir kanı daha vardı aynı zamanda. Bu şekilde araba kullanamazdı, kullanmaması gerekiyordu, hem kendini hem başkasının hayatını tehlikeye atacaktı. Hem meslegi gereği, hem aldığı eğitimler sonucu bu yaptığı hiç etik olmasa bile biliyordu ki kimse onun için kılını kıpırdatmaz, buraya gelmezdi. Bulundukları yere havaalanı uzaktı çünkü ve jimin, bunu düşündükçe daha çok acı çekiyordu.

Uçak o kadar yormuştu ki onu, tanrım diye sayıklıyordu sadece. "Gerçekten, tanrım... Uyumak istiyorum. Keşke her şey bir film olsa."

"Tanrım, uyumak istiyorum."

Ve bir sürü örnek cümle daha.

Taehyung'a gitmesi gerekiyordu üstüne üstlük. Taehyung'un, eski ev dediği yer daha da uzaktı ve jimin gerçekten tükeniyor gibi hissediyordu. Neden böyle olduğunu bilmiyordu. Normalinde o enerjik biriydi, gerçekten öyleydi. Zor yorulurdu. Acaba jungkook'un üzüntüsü ve yaşadığı şeyleri kendine dert edip, bir nevi kendini sorumlu tuttuğu için mi bu kadar parçalanmıştı?

Bunları düşüne düşüne, kendini yiye yiye arabasına ilerledi, arka cebinden anahtarı çıkardı ve sürücü koltuğuna tamamen yerleşti. Tüm bunları yaparken esnemeyi unutmuyordu tabii. Kemerini taktı buna ek olarak, normalde bunu yapmazdı. Uykusuzluğunun verdiği uyuşukluk, fazla dikkat bozucu olduğundan yapıyordu zaten bunu. Park Jimin, ölmek istemezdi sonuçta. Kim isterdi ki?

Araba çalıştı ve uzun bir yolculuk başladı.

Aynı zaman dilimi içinde Kim Taehyung'u unutmamak gerekiyordu aynı zamanda onun derin bir yarası haline gelmiş Jeon Jungkook'u da öyle.

Jungkook, sıradan hayatına sıradan bir şekilde devam etmeye çalışıyordu. Tek amacı buydu onun, eski haline geri dönebilmek. Jimin gittikten sonra sadece uykuya dönmüştü ama ve ciddi bir şeyler olmayana kadar - acıkmak, tuvalet- uykusunu bölmemişti. Sonuçta acıyla böyle başa çıkabiliyordu o, her insan farklıydı ya. 

Bu kadar uyuması, bu kadar kaçması akıl kârı olmasa bile, ne yapabilirdi? Bir psikoloğa gitse, içini açsa belki olay daha büyüyecekti sonuçta taehyung'un ortaya çıkaran kendisiydi.

Onu suçlu sayabilirlerdi, her şeyi ona yıkabilirlerdi, belki nefret edenleri onun peşine düşerdi. Bir sürü şey. Bu noktada jungkook, kimseye güvenemezdi. Kendine bile.

Üzgündü, çok Üzgündü. Bunu ifade edemiyor ve anlam veremiyordu, parçalanmış gibi hissedip kurtulmaya çalışıyordu. Belki kurtulurdu, belki onu biri kurtarırdı. Sadece buna tutunuyorum, güven duygusunu kaybetse bile tüm bunlara tezat umutlu hissediyordu.

Nasıl olduğunu bilmese bile.

Jimin'de üzgündü, üzüntüsü samimiydi bu konuda. Arada kalmaktan ve hala daha seçim yapmamaktan, pişmanlık duyuyordu bazı zamanlar. Bir yerde arkadaşıydı kim Taehyung, farkında mıydı bilmiyordu bir canavara dönüyordu. Artık arkadaş gibi değil bir canavar gibi, kötü hissettiriyordu. Neden anlamıyordu taehyung bunu? hissiz olduğu için mi?

Mr. perfectly fine ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin