odanın içinde dolanan ışık, soobin'in uykusunu (yine) parçaladı. o gün, karanlığın kollarına sıkı sıkıya sarılmak için ne kadar çabalasa da, uyanmak istememe arzusu onu tutsak etmişti. gözlerini her açtığında, kaybolmuş düşlerin sıcak kollarına yeniden sığınmaya çalıştı. ancak gerçeğin soğuk yüzüyle yüzleşmek kaçınılmazdı ve o, uyanıp yüzleşeceği duygusal fırtınaları uzaklaştırmak için elinden geleni yapmaya çabalıyordu.
fakat bu kez başarısız oldu ve uykusuna geri dönme çabası boşa çıktı. bugün yılın en sevmediği günü, annesinin ölüm yıl dönümüydü.
bu seneki yıldönümü haftasonuna denk gelmişti ki okula gitmek ve dışarı çıkmak zorunda olmamak hem iyi hem kötü yanlarıyla beraber geliyordu. dışarıda, dikkatini dağıtacak ve zihnini meşgul edecek şeyler bulunurken, evde kalmak tüm gün boyunca duygularıyla boğuşmaktan başka bir şey yapmasına izin vermiyordu. ama şanslıydı ki yanında yeonjun vardı. yeonjun'un her yıl olduğu gibi bu yıl da bugünü daha katlanabilir hale getireceğinden emindi.
yavaşça sıcak yatağından doğruldu ve tekrar etrafına baktı soobin. şimdiden tüm günün yorgunluğu üzerindeydi fakat gün başlamamıştı bile. odasından salona geçerken gözü odasının yanındaki odaya takıldı. acaba şu an evde miydi? genelde kahvaltı ederlerdi beraber-daha doğrusu birkaç ay önceye kadar. yavaşça kapının kolunu çevirdiğinde bomboş ve dağınık bir yatak ile geri kapattı kapıyı. bugünü unutacağını düşünmüyordu küçük olan, onlar için bugün her şeyden önemliydi. soobin uyuşuk adımlar ile lavobaya girerek yarım yamalak yüzünü yıkadı ve aynada kendisine baktı bir süre. gerçekten her sene daha da çöküyor gibiydi sanki. uzun zamandır düzgün yemek yememişti derslerinden dolayı çoğunlukla ayrıca yalnız yemeyi sevmezdi soobin, bunun da etkisi vardı. toparlanması gerektiğini düşünerek iyice vücudunu gerdi, salona gidip tüm perdeleri ve pencereleri açtı. bugün her zamankinden daha çok enerjiye ihtiyacı vardı.
eline bir kağıt ve kalem alıp annesinin çorba tarifi için gereken malzemeleri sıraladı. çok fazla bir şey yoktu gereken, hemen dışarıda işlerini halledip zamanın geçip gitmesini istiyordu içten içe. eli telefona gitti yeonjun'u aramak için ama sonra rahatsız edeceğini düşünerek bu düşüncesinden vazgeçti. listeyi tamamladıktan sonra üstüne rastgele geçirdiği kıyafetler ile market için yola koyuldu.
yol boyunca sonbahar yapraklarını döken ağaçları izledi soobin, onların yeni bir başlangıcı temsil ettiğini söylerdi hep annesi. "eğer değişim istiyorsan, eskileri atmalısın." demişti annesi soobin'in. o zaman bu söz onun için çok anlamsızdı ama şu an yavaş yavaş anlıyordu sanırım.
marketin önüne geldiğinde tanıdık bir yüz gördü soobin. biraz daha gözlerini kıstı uzakta olduğundan görüşü zorlanıyordu fakat choi yeonjun'un güzelliğini görmemek imkansızdı. orada, çimlerin üzerinde güzel bir piknik çantası ve örtüsü ile, erkek arkadaşıyla gülüşüyorlardı. kalbine bir şey oturduğunu hissetti soobin. ölen onun annesi değildi belki ama böyle bir günde nasıl gülebilirdi? hızla telefonuna uzandı soobin ve bilindik isme tıklayıp çalan telefonu kulağına yerleştirdi.
birkaç dakika çaldıktan sonra açabilmişti yeonjun.
"oh efendim soobin?"
boğazını temizledikten sonra cevapladı soobin, sanki yeni kalkmış gibi uyuşuk bir şekilde konuştu.
"selam yeonjun-ah. evde görmedim seni, nerdesin?"
"beomgyu ile piknikteyiz, bir sorun mu var?"
boğazında kalan birçok kelimeyi zorla da olsa geri itti ve tekrar konuştu soobin.
"ah hayır sadece merak ettim size iyi eğlenceler yeonjun-ah."
hemen telefonu kapatarak markete girdi soobin. ağırlaşan bedeni ile kendini tutmakta zorlanıyordu ve gözlerinin yandığını hissetti. kendine gelmeliydi, bu ilk değildi.