Dean ve Ceren zili çaldı, kapının açılmasını beklerken sessizlik içinde etrafı incelediler. Gerçekten ürkütücü bir yerdi. Normal kasabalardan pek farkı yoktu aslında ama kasabaya sinen karanlığı iliklerine kadar hissettiler. Kasabanın evleri normal evdi, ağaçları, yolları, havası her şey normaldi ama garip bir şekilde her an izleniyormuş gibi bir his vardı. Ayrıca ruhu sıkıp boğan karanlık da iyice rahatsız ediyordu.
Kapı gıcırdayarak açıldı, pederin unutulmaya yüz tutmuş yüzü ortaya çıktı. Dean'dan on santim uzundu ve oldukça çirkin bir yüzü vardı. Yine de eski dostlar birbirlerini görür görmez sırıtarak sarıldılar. Yaklaşık on senedir görüşmüyorlardı belki ama erkekler böyleydi işte, bir kere dost oldukları zaman aralarında öyle bir samimiyet olurdu ki değil on sene, bin sene de geçse en içten bir şekilde kucaklaşırlardı.
George Dean'ı bıraktı, hâlâ sırıtıyordu. "Gerçekten sen misin?"
"Gerçekten benim."
"Çok sevindim. Hadi, hadi geçin içeri konuşacaklarımız var."
Ceren'i de başıyla selamladı ve genç çift ayakkabılarını çıkarırken giymeleri için terlik verdi. Ceren'e de erkek terliği vermesine bakılırsa bu eve hiç kadın girmiyordu ve içeriden gelen bekâr evi kokusuna bakılırsa da asla girmeyecekti.
Dean pederin evini inceledi. Lüks avizeler, oraya buraya özensizce yerleştirilmiş eşyalar, melekten şamdanlar ve kahve tonundaki eşyalarla büyük tezat oluşturan kırmızı zemin. Ev dağınık değildi ama nedense bir çöplük yuvasını andırıyordu. Belki loş ışığın iç bunaltıcı havasından kaynaklanıyordu, belki de kadın eli değmediğinden bu hâldeydi. Uzun zamandır görmemesine rağmen arkadaşı için üzüldü, bir kadına ihtiyacı vardı. Bazı mezheplerde papazlar evleniyordu ama arkadaşına bu konuyu açmak istemedi.
Ceren ve Dean etraflarına bakarken George mutfağa yakın bir masayı işaret etti. "Kitap yazma işi nasıl gidiyor?" diye sordu kahve makinesini çalıştırırken.
"Döneme göre değişiyor. Şu sıralar soruyorsan çok rahatım, acil yetiştirmem gereken bir eser yok. Hem yeni roman bitirdim, bir sonrakine başlamadan önce birkaç gün dinleniyorum."
"Ne olursa olsun her gün yazıyorum," demiştin sanki. George Dean'ın bakmasıyla gülümsedi. "Evet röportajlarını da takip ediyorum ama seni böyle görmek daha iyi geldi."
Dean başını salladı. "Yazıyordum ama bazı günler gerçekten çok usandırıcı oluyor George. Eskiden sadece kitap yazmaya odaklanırdım, her gün birkaç sayfa yazar keyfime bakardım."
"Şimdi?"
"Şimdi büyük teklifler geliyor ama hâliyle kısa zamanda çok güzel yazmamı bekliyorlar, robotum sanki. İşler üst üste bindiği için de yetiştiremiyorum. Bir günde elli beş sayfa yazdığım, strese girdiğim uykusuz geceler oldu. Sonra zombi gibi etrafta gezinip yemek yemeyi, uyumayı unuttuğum zamanlar oluyor. Ceren arada bir uyarmasa çoktan ölmüştüm masa başında."
"Geçmiş olsun," dedi peder. Bu sırada makineden kahvenin olduğuna dair ses geldi. George üst çekmecelerden birini açıp üç kahve kupası kaptı, ardından misafirlere ikram edip tekrar tezgâha yöneldi.
"Kek mi pasta mı?" diye sordu mütevazi yuvarlak masada oturan genç çifte bakarak. İki kişinin zar zor yemek yiyebileceği, bar sandalyesinden biraz büyük kahverengi bir masaydı.
"Hiç zahmet etme George, kahve yeter."
"Kahve mi? Olmaz öyle sadece kahve, misafiri iyi ağırlayan ev sahibi makbuldür."
"İyi ağırlıyorsun zaten," dedi Dean kahvesinden büyük bir yudum alarak. "Kahve nefis olmuş."
"Olsun uzun yoldan geldiniz açsınızdır," dedi peder. Dolabı açtı, birer dilim kek, biraz da çikolatalı pasta kesip servisi yaptı ve misafirlerinin yanına oturdu. Günün bütün yorgunluğunu oturur oturmaz sandalyeye bırakmıştı. Kalın kollarını masanın kenarına dayadı ve önce Ceren'e, ardından Dean'a bakarak gülümsedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık
פנטזיהYazar Dean Salvatore, siyah arazi aracını pompacıya (ve sağ koltuktaki eşine) emanet edip indi. Üç saattir araba kullanıyordu ve biraz ayaklarının açılması fena olmazdı. Serin rüzgâr hafifçe tenini okşarken, ağaçlardan gelen huzur dolu kokuyu içine...